Osmanlı Türk Yayı




Türk Yayı

Okçulukla ilgili modern literatür Batı kaynaklı olduğundan, yayların tanım ve sınıflamaları da maalesef yabancı araştırmacıların yaptığı araştırma ve ürettiği literatürle şekillenmiştir. Bazı araştırmacılar “Hun yayı”, “Moğol yayı” ve “Türk yayı” tabirlerini, tarihi kaynaklarda bahsi geçen, uzun menzili ile efsâneleşmiş Asya tipi kompozit yay için genel bir tabir olarak kullanagelmişlerdir. Ancak konuyla ilgili lliteratürün daha istikrarlı hale gelmesiyle, “Türk yayı “ denilince anlaşılan yay, 16. yüzyıldan sonra son halini alan Osmanlı yayları olmuştur. Terminolojinin kesinlik kazanmasında, 1940’lı yıllarda Batılı araştırmacıların Osmanlı okçuluğu üzerine araştırmaları ve verilen eserler de rol oynamıştır. Özellikle menzil okçuluğunda Osmanlı okçularının ulaştıkları ve hâlâ kırılamamış olan rekorlar, haklı ünüyle “Türk yayı”nı ön plana çıkarmıştır. Konuyla ilgili yazdığım makalelerden birini, morfolojik olarak bu yaya çok benzeyen ve Kırım Tatarları tarafından kullanılan yayın da “Türk İmparatorluğu”na ait bir yay olarak tasnif edilmesi gereğini ileri sürdüm. Çünkü Kırım Tatarları sadece 19. yüzyıl ortasına kadar Osmanı İmparatorluğu’nun bir parçası değil, 16. yüzyıldan itibaren ordunun öncü birlikleri de olmuşlardır. Kırım Tatar yaylarını “Osmanlı yayı” olarak sınıflamayı gerekçelendirecek başka şeyler de vardır. Türk-Moğol örfî hukuku gereği Kırım Hanlarının protokolde en üst seviyelerde yer almalarının yanısıra, Osmanlı hanedânında şehzâde (taht vârisi) kalmadığı durumda Giray Han’ın soyundan birinin tahta geçirilebileceği söylenecek kadar “Türk” ve “Osmanlı” dırlar Kırım Tatarları.

Burada bahsedeceğimiz, efsânevi menzil rekorlarını kıran Osmanlı yayı olmakla beraber, İmparatorluk’un silahlarından olan Kırım Tatar yayına da kısaca değineceğiz. Oklardan bahsederken de, yayların morfolojilerinden doğan farklılıkların ok şekil ve özelliklerine etkisini kısaca anlatacağız.

Osmanlı yayı

Osmanlı yayı, modern zamanlar hariç tutulduğında, yay yapım teknolojisinin ulaştığı en üst noktadır. Bir örnek vermek gerekirse, Japon samurayının kılıcı neyse, Osmanlı’nın yayı odur. Üstelik sadece arkasındaki mühendislik dehâsı, kullanılan malzeme ve uygulanan işçilikteki mükemmellik bakımından değil; onunla ilişkili kültür bakımından da. Üzücü olan, Japon kılıcı bu haklı ünü sebebiyle yüzlerce makale, film ve kitaba konu olurken, biz Türklerin kendi savaş ve spor kültürümüzün bu istisnâî parçasına gereken önemi vermememizdir. Verenler de maalesef entellektüel bir tavırla yaklaşmak yerine, sığ muhafazakâr reflekslerle hareket etmektedirler.

Diğer kompozit yaylar gibi Osmanlı yayı da kompozit (bileşik, katışık) bir yaydır. Sadece ahşap olan yaylar (basit ahşap yay), yapıldığı ağaç cinsinin fiziksel özellikleriyle sınırlı bir fonksiyon gösterir. Kompozit konstrüksiyonda, fonksiyon esnasında gerilme kuvvetlerine maruz kalan yayın sırt kısmı (hedefe bakan yüzey), gerilime ahşaptan daha dayanıklı olan tendonla, sıkışma kuvvetlerine maruz kalan karın kısmı (atıcıya bakan kısım) sıkışmaya ahşaptan daha dayanıklı olan boynuzla kuvvetlendirilir. Bu iki tabakanın arasında, yayın iskeletini oluşturan ahşap çekirdek vardır. Ahşap, hem sıkışma hem gerilme kuvvetlerine dayanır. Bu üç malzeme birbirine hayvan dokularından elde edilen kollagen esaslı tutkallarla yapıştırılıır. Fonksiyon sırasında tahta, boynuz, tendon ve tutkal beraber esner ve sıkışır. Bu teknoloji, basit ahşap yaylarda çok zor olan uçbükümlü (recurve) yay kolları yapmayı kolaylaştırdığı gibi, yayın kurulu değilken dışabükümlü (reflex) bir profilde olmasını da sağlar. Hepsinden önemlisi, bu teknoloji sayesinde basit ahşap yaylara göre daha kısa yapılabilirler. Kompozit yay Asyalı bir buluştur. At koşulmuş savaş arabalarından düşmana ölüm saçan okçuların ve daha sonraları at binen savaşçının ihtiyacı olan kısa yaylardır.

Dışabüküm (reflex) yaya ön gerilim sağlayarak enerji depolama kapasitesini arttırırken, uçbüküm (recurve) sayesinde, kısa yaylarda bir sorun olan çekiş mesafesinin sonlarındaki ani çekiş kuvveti artışı önlenir.

K¦-r¦-m Tatar yay¦--2

Yapımı

Osmanlı yayının yapılması şu şekilde özetlenebilir:

1-Ahşap iskeletin hazırlanması: İskelet üç, ender olarak beş  parça olarak hazırlanır. Kabza ve yay kolları ayrı ayrı hazırlanıp birbirine yapıştırılırken, beş parçalı tasarımda yay kollarının uç kısımları ayrıca hazırlanır. Üç parçalı tasarımda yay kollarını uç kısımları ısıyla yumuşatılarak bükülür (uçbükümler).

2- Boynuz yapıştırılması: Kullanılacak boynuz manda boynuzudur. Her boynuz çiftinden  iki çift lamina elde edilebilir. Bir yayda mutlaka aynı boynuz çiftinde elde edilen boynuz laminaları kullanılması gerekir. Yayın karın kısmı ve buraya yapıştırılacak olan boynuz laminasının yapışma yüzeyi, birbirine paralel oluklar oluşturacak şekilde kazınır. Taş’in denilen metal bir tarakla yapılan bu işlem yapıştıma yüzeyini arttırmaya hizmet eder ve “taş’in çekmek” diye tabir edilir. Sonra, her yay koluna bir boynuz laminası gelecek şekilde boynuzlar yapıştırılır. İki boynuz laminası, kabzanın ortasında bir kaç milimetrelik bir açıklık (kab) bırakacak şekilde yerleştirilir. Otantik yöntemde boynuz, yapıştırıldığı yay koluna iple sarılarak sabitlenir. İpin sıkıca sarılmasını temin etmek için “tencek” adlı ahşap bir aletten yararlanılır. Modern zamanlarda işkence ve klempler de bu iş için kullanılabilmektedir.

3- Sinir (tendon) kaplanması: Manda veye öküz bacağında alınan Aşil tendonu kurutulur, dövülür, taranarak liflerine ayrılır. Kollagen esaslı sıcak tutkala batırılan lifler dikkatlice yayın sırtına döşenir. Yayın yatay kesitinin istenildiği biçimde oluşmasında ve daha sonra yayın fonksiyonunda büyük önemi olan bir safhadır.

4- Tepelik ve asâ gezi aşaması: Siniri döşenen yay en az 1 yıl askıda bırakılır. Bu süre içinde sinir büzülerek yayı büker. Daha sonra kirişi takılacak yönün tam tersine doğru olan bu bükülme, yay kollarını uç uca getirecek kadar şiddetlidir. Bu bükülme, yaya dışabükümünü verecektir. Bir halka şekline gelince “yay halkası “ adını alan bu yapı, iyice kuruduktan sonra açılacaktır. Açma işlemi haftalarca sürebilir ve gerçekten ustalık gerektirir. Yay halkası ısıtılarak, yay kollarına şeklini verecek olan masif ahşaptan formlara bağlanarak, halka şeklindeki yay açılır. Bu formlara “tepelik” denir ve adından da anlaşılacağı üzere, iki boyutlu bir dağ ya da tepe resmini andırır. Yay kolları tepelikle belli bir safhaya kadar açıldıktan sonra, asâ gezine alınır. Bu, üzerinde kertikler olan ve ucuna yayın dik açıyla yerleştirilebileceği bir sopadır. Kiriş takılan yay aşama aşama çekilerek kiriş bu kertiklere takılır. Bir sonraki kertiğe geçmeden önce, ısıtma ve aşındırmalarla yayın iki kolu istendiği şekilde bükülecek hale getirilir. Batılı terminolojide “tillering” denilen bu işlem için Ünsal Yücel “yayın alıştırılması” tabirini kullanmıştır.

5- Yayın kaplanması: Yayın alıştırılması tamamlanınca yayın sinir döşeli sırtı, nem ve sıcaklık farklarının yaya vereceği zararı engellemek için kaplanmalıdır. Kompozit yayların en büyük zaafı, neme ve sıcaklığa duyarlı olmalarıdır. Yayın sırtı deri veya huş ağacı kabuğuyla kaplanır, üzerine çeşitli vernikler sürülür. Bazı örneklerde, sinirin üzerine doğrudan bu koruyucu verniklerin tatbik edildiği bilinmektedir. Deriyle kaplanan yaylar (genellikle atın sağrı derisi kullanıldığından)  “sağrılı yay” adını alır. Huş ağacıyla kaplanan yaylar “timarlı yay” diye tanımlanır. Genellikle menzil yaylarına uygulanan bu yüzey kaplamasının, müsabakalardan önce yaya “timar verilmesini” mümkün kıldığı düşünülmektedir. Timar verme, yayın içindeki nemin iyice uçmasıyla esneklik ve çekiş kuvvetinin artması için, yayın müsabakadan önce belli koşullarda ısıtılmasıdır.

6- Kitâbe ve Tezhib: Bir çok Osmanlı yayında zengin bir tezhîb (geleneksel motif ve desenlerle süsleme) ve genellikle karın kısmına yazılan bir kitâbe yer alır. Kitâbe metinleri okçulukla ilgilidir. Bunların dinî karakterli, ağdalı Osmanlıca ile yazılmışları olabildiği gibi, seküler içerikli ve duru bir Türkçe ile yazılmış olanları da vardır.

Osmanlı yaylarını fiziksel özellikleri

Osmanlı yayları, Kore yaylarıyla beraber Asya yay ekolünün en kısa yaylarıdır. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki (TSM) koleksiyonda yaptığı araştrmaları bir kitap olarak toplanan rahmetli Dr. Ünsal Yücel, incelediği yayların uzunluklarının 90-135 cm arasında değiştiğini; menzil yaylarını kısa, tirkeş (savaş) yaylarını nispeten uzun olduklarını kaydetmiştir. Bu veriler, bizim saha çalışmalarından elde ettiğimiz deneyimle de açıklanabilmektedir.

Osmanlı yaylarını çekiş kuvvetleri hakkında tek araştırma, 2005 sonlarında Adam Karpowicz’in TSM koleksiyonundaki 50’den fazla yay üzerine yaptığı çalışmadır. Burada çekiş kuvveti 40-240 lbs arasında yaylar tespit edilmiştir. Konuyla ilgili makalesinde araştırmacı savaş yaylarının 90-180 lbs arasında çekiş kuvvetinde olduğunu, bundan daha sert yayların kuvvet geliştirme ve hüner gösterisi amacıyla kullanılmış olabileceğini belirtmiştir. Yazar, 90 lbs’nin altındaki yayların “gençler, kadınlar ve ihtiyarlar tarafından” kullanılmış olması gerektiğini ileri sürmektedir. Günümüzde spor yaylarının 30-45 lbs arasında kuvvette yapıldıkları, büyük hayvan avlarında 45-70 lbs yayların kullanıldığını, Afrika’daki büyük hayvan avlarında bile 100 lbs’nin üzerine çıkılmadığı düşünüldüğünde, bu çekiş kuvvetleri şaşılacak derecede yüksektir. Elbette bunun açıklaması vardır. Orta Asya’dan beri Türkler için hayatta kalma mücadelesinin en önemli araçlarından olan yay, Osmanlı İmparatorluğu’nun profesyonel ordusunda mükemmel bir savaş aracına dönüşmüş; bu arada okçuluk gerçek bir sanat haline gelmiştir. Okçu ecdâdın fizik kuvvetinin inanılmaz boyutlarda olduğu, bilimsel olarak ispatlanmıştır.

Kırım Tatar yayları, Türk yaylarına göre biraz daha dışabükümlü, kabza formu biraz değişik ve boy olarak biraz uzundur. Ama yay kollarının uç kısımlarının yapısındaki üçgen kesitli “kasan” denilen kalınlaşma –ki bu Türk yaylarına özgü balistik özellikleri kazanmasında en önemli faktörlerden biridir- aynıdır. Bu morfolojik farklılıklar Kırım Tatarlarının yaylarını daha ağır oklarla ve daha uzun çekişlerde verim sağlayan bir yay haline getirir. Bu sebeple Osmanlı okları savaş oklarında bile 73 cm’yi geçmezken (menzil okları çok daha kısadır), Tatar oklarının 80 cm’yi bulduğu olur. Okun yapıldığı ağaç da bu sebeplerle farklılık gösterir.

Çile

Yayın kirişi çok katlı ibrişimden yapıldığından “çile” adını alırdı. Çile tarih boyunca muhtelif malzemeden yapılmışsa da Osmanlı’da ham ipekten imal edilmiştir. Eski Türklerde kirişin sinirden (tendon) yapıldığı, edebiyatımızın en önemli epik eserlerinden Dede Korkut Kitabı’ndaki ibarelerden anlaşılmaktadır. Çile, “tonç” denen luplarla sonlanır. Bu luplar çile gövdesine “ton düğümü” adı verilen düğümlerle bağldır ve yay başlarındaki kertiklere geçirilerek çilenin yaya takılmasını sağlar.