SEYAHATNAMELERDE TÜRK OKÇULUĞUNA DAİR İZLER




1989 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve ortaöğretimini yine İstanbul’da tamamladı. 2012 yılında Uşak Üniversitesi tarih bölümünden mezun oldu. 2012 yılından bu yana öğretmenlik yapmaktadır. Aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversite’sinde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. 2013 yılında Tirendaz ile tanıştı ve o tarihten bu yana geleneksel Türk okçuluğu ile ilgilenmektedir.

SEYAHATNAMELERDE TÜRK OKÇULUĞUNA DAİR İZLER
ONUR GÜLFIRAT

ÖZET

Hatıratlar ve seyahatnameler tarih araştırmalarında oldukça önemli kaynaklardandır. Özellikle sosyal tarih araştırmalarında bize adeta zaman içerisinde geriye bakma olanağı sağlayan seyyahlar, hele ki biraz meraklılarsa, çok güzel ayrıntılar yakalayıp bize aktarabilirler. Bu araştırmada Giovanni Maria Angiolello, Vincenzo D’Alessandri, Ogier Ghislain De Busbecq ve İbn Fadlan, ve Evliya Çelebi seyahatnameleri içerisinden Türk okçuluğuna ışık tutacak ayrıntıları aktarmaya çalıştım. Araştırmamda yazdıklarından yararlandığım bu seyyahlar, şanslıyız ki Türk okçuluğu ile ilgili oldukça güzel ayrıntılar aktarmaktalar. Evliya Çelebi haricinde, özellikle başka ülkelerden gelen seyyahlar, Türklerin okçulukta ne kadar iyi olduğunu, kullandıkları ekipmanların kendi ülkelerindekilerden farklılığına dikkat çekmektedir. Seyyahlarımızın aktardıklarıyla, günümüzde yeniden canlandırılmaya çalışılan Türk okçuluğuna ışık tutacak daha doğru bilgiler edinebiliriz.

GİRİŞ

Tarihte bazı kavimler, başka milletler veya kişilerce baskın olan özellikleri üzerinden tanımlanmışlardır. Örneğin Herodot İskitleri “okçu kavim” olarak nitelendirmektedir. Türkler de diğer milletlerce zaman zaman “okçu millet” olarak adlandırılmıştır. Diğer bozkır milletleri gibi Türklerin okçuluk sanatı özellikle Batı seyyahları için oldukça farklıydı. Örneğin bir Türk süvarisi atının üstünde dörtnala giderken sağına, soluna, önüne, arkasına ok atabiliyordu.[1] Şüphesiz bu atış stili, yabancı bir kişi için çok ilginç bir durumdur. Kendi ülkelerinde okçuların genelde yaya olması, hareket eden bir atın üstünde değilken bile isabetli ok atışları yapabilmek için yıllarca çalışılması gerektiğini bildiklerinden, Türklerin okçuluk sanatında bu kadar mahir olmalarını hayranlıkla aktarmışlardır.

İbn Fadlan Seyahatnamesinde Türklerde Okçuluk

İbn Fadlan 10.yüzyıl başlarında Abbasi Halifesi Muktedir tarafından Etil Bulgarlarına gönderilen elçilik heyetinde görevlidir. Yazdıklarından anlaşılıyor ki İbn Fadlan Türk ülkelerinde İslamiyet’in yayılması için çaba sarf etmektedir. Yaşadığı devirde gördüklerini oldukça açık bir şekilde aktarmış; Oğuzlar, Bulgarlar, Ruslar hakkında çok önemli bilgiler vermiştir.

İbn Fadlan seyahatnamesinde Türklerin hayatında ok ve yayın önemini ilk olarak ölü gömme adetlerinde görüyoruz. Türkler o dönemde ölülerini gömerken eğer savaşçı bir kişiyse yayını kuşandırıp mezara öyle koymaktadır.[2]

“…Türkler erkek çocukları belli bir yaşa gelene kadar bakarlar ancak daha sonra eline yay ve oklar vererek onu evden çıkararak başının çaresine bakmasını söyler.”[3]

Türklerin okçuluktaki yeteneklerini yakından gören İbn Fadlan şöyle aktarıyor:
“…. Türkler onun aralarında en iyi süvari olduğunu söylüyorlardı. Bir gün bizimle beraber atına binmiş gidiyordu. Üzerimizden uçarak bir ördek geçti. Hemen Etrul (subaşı) yayını çekti, ördeğin altına doğru atını sürdü. Ona bir ok attı ve düşürdü.”[4]

İbn Fadlan seyahatnamesinde okçuluk hakkında gördüğümüz son şey Amazon kadınları hakkında aktardıklarıdır. İbn Fadlan burayı Hipokrat’tan alıntılar.

“…ve onlara Amazonlar der. Bu kelimenin manası “tek memeliler”dir. Memelerinden birini kesmelerinin gayesi at üzerinde ok atarken engellemesini önlemektir.”[5]

Tabi amazonlar hakkında söylediklerinin doğruluğu tartışılabilir ancak burada dikkat edilmesi gereken yer kadınların da atlı okçu olduğudur.

Giovanni Maria Angiolello’nun Türk Okçuluğu Hakkındaki İzlenimleri

Giovanni Maria Angiolello, 1470 yılında bir Osmanlı-Venedik savaşında esir düşmüş aristokrat bir aileden gelen birisidir. Fatih Sultan Mehmet ve Uzun Hasan mücadelesini yakından görmüş, hatta hizmetine verildiği Şehzade Mustafa’nın ordusunda yer alarak Otlukbeli savaşına katılmıştır.[6]

Seyyahımızın bize okçuluk hakkında aktardıkları oldukça kısıtlı. Ancak ordunun konakladığı bir sırada güzel bir ayrıntı dikkatini çeker. Hızları dikkat çeken hecin develerine binmiş, Sayda hâkimi ve Mısır Sultanından gelen bir elçi heyeti Fatih Sultan Mehmet’e ucuna mektup sardığı bir ok teslim etti. Yine cevabı da bu okun ucuna sararak geri götürdüler.[7]

Burada okun sadece savaş aracı olarak kullanılmadığını görüyoruz. Ok, eski zamanlardan beri Türklerde davet aracı olarak kullanılmıştır. Gazneli Mahmud’un Arslan Yabgu ile yaptığı meşhur konuşma da bunun bir kanıtıdır. Bu konuşmada Arslan Yabgu, Gazneli Mahmud’a tirkeşinden çıkardığı okları gösterip bunları müttefiklerine gönderdiği vakit bir ordu toparlayabileceğinden bahseder. Ok ile davet etme geleneği günümüzde de isim olarak devam etmektedir. Günümüzde Anadolu’da düğün gibi özel günlerde davetiye yerine “okuluk” veya “okuntu” adı verilen küçük hediyelerin yollanması buna bir işaret olabilir.

Angiolello, Şah İsmail’in Tebriz’de kabak atışı yaptığından da bahseder.

“Şah meydana uzun bir direk veya kalas dikilmesini ve ucuna altından bir elma konulmasını, her kim bu elmayı ok veya başka bir şeyle düşürürse elmanın onun olmasını emretti.”[8]

1

Resim 1: Kabak atışı yapan okçu

Meydana dikilen bu elmalara Şah İsmail ‘de ok atmış, on elmadan yedisini düşürmüştür. Kabak atışı denilen okçuluk disiplini talim ve eğlence amaçlı yapılırdı. Angiolello’nun aktardığı üzere bu eğlenceyi meydanda yaklaşık otuz bin kişi izlemekteydi. Aynı olayı adı bilinmeyen Venedikli bir tüccar da aktarır.[9]

Ogier Ghislain De Busbecq’in Türk Okçuluğu Hakkındaki Tespitleri

Ogier Ghislain de Busbecq, Şarlken’in idaresi altındaki Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun günümüzde Fransa’nın Hollanda sınırında yer alan Lillc kentinde 1522’de doğdu. 1554 yılı civarında Avusturya İmparatoru I. Ferdinand’ın hizmetinde çalışmaya başladı. Aynı yıl Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya arasındaki sınır anlaşmazlıklarını çözmek üzere görevlendirildi. Kendisi Türk okçuluğu hakkında çok kıymetli bilgiler aktarmaktadır. Görevi sırasında İstanbul’da bir Türk yayı edinmiş ve hem Türk yayı hem de atış teknikleri ile ilgili gözlemlerini aktarmıştır.

“…Yemeklerden sonra da Türk yayı ile çalışıyorum. Türkler bu silahı kullanmakta fevkalade usta. Ok atmaya sekiz hatta yedi yaşlarında başlıyor ve 10, 12 yıl sürekli talim ediyorlar. Sonuçta kolları fevkalade güçleniyor ve öyle usta oluyorlar ki hedef ne kadar ufak olursa olsun isabet ettiriyorlar. Kullandıkları yaylar bizimkilerden çok daha sert. Daha da kısa oldukları için kolay ele geliyor. Yayları tek parça ağaç yerine tutkal ve sırımla tutturulmuş öküz boynuzu ve kirişinden yapıyorlar.”[10]

2

Resim 2: Osmanlı Yayı

Burada küçük yaşlarda okçuluk talimlerine başlandığını görüyoruz. Ayrıca Türk kompozit[11] yayı hakkında da bize bilgi vermektedir.

“…Bir Türk uzun süren talimlerden sonra en sert yayı bile kulağının ardına kadar gerebiliyor. Öte yandan bu türlü yaya alışmamış biri, çok güçlü olsa da kirişle yayın bağlandığı yerdeki çentiğe sokulan bir sikkeyi kurtaracak kadar bile geremez… Sağ ellerinin başparmağında kemik yüzükler takılıdır. Kiriş gerilirken bu yüzüklere oturur. Ok ise ileriye uzattıkları sol elin başparmak ekleminin boğumu ile sabit tutulur, bizdekinden çok farklı bir usul.”[12]

Busbecq burada Türk atış teknikleri hakkında da bilgi vermektedir. Başparmağına takılan yüzük “zihgir” veya “şast” denilen, Asya okçuluk ekollerinde ok atılırken kullanılan bir tür yüzüktür. Ayrıca yazar, okun çekilirken, kirişi tutan el ile aynı tarafta olduğunu tespit etmiştir. Bu Avrupa’da gördüğü usulden farklıdır. Busbecq bu ince ayrıntıyı görebilecek kadar Türk okçuluğuyla ilgilidir.

“…bu okçulardan bir kısmı Pera’nın sırtlarındaki[13] büyük alanda toplanarak uzun sıralar halinde bağdaş kurup otururlar, tıpkı bizdeki terziler gibi. Türk diyarında alışılmış oturma tarzı budur. Önce dua edilir. Türkler her işe dua ile başlar. Ardından en uzağa ok atmak için yarışılır. Seyredenlerin çok kalabalık olmasına rağmen müsabaka büyük bir düzen ve tam bir sessizlik içinde yapılır. Kullanılan yaylar çok kısa olduğundan çok da serttir. Bu nedenle onları sadece iyi talim görmüş okçular çekebilir. Kullandıkları okları da özeldir. Kazanan kişiye mükâfat olarak işlemeli bir peşkir verilir, bizim yüzümüzü kuruladığımız peşkirlerden. Ancak kazanmanın itibarı, her türlü mükâfatın üzerinde addedilir. Akıl almayacak mesafelere ok atabiliyorlar. Her yıl okunu en uzağa atan okçunun vurduğu yere bir taş dikilir. Geçmişten kalan böyle pek çok taş var.”[14]

3

Resim 3: İzzet Bey’e ait Menzil taşı (1836). Hemen arkasında Hacı Beşir Ağa’ya ait menzil taşı (1756)

Busbecq burada Türk menzil okçuluğundan bahsetmektedir. Uzağa ok atma yarışmaları Dede Korkut Masallarında da karşımıza çıkmaktadır. Menzil okçuluğu için devlet tarafından tahsis edilen okmeydanları, İslam dünyasında sadece Osmanlı Devleti toprakları içerisinde görülmektedir.[15] Türk okçuluğunun teknik bakımdan en üst noktası sayılır. Bu iş için yaylar ve oklar özel olarak imal edilirdi. En parlak dönemlerinde, günümüzde bile şaşırtıcı derecede mesafelere ok atışları yapılmıştır. Kayda geçmiş en uzak mesafe Tozkoparan İskender tarafından kaydedilmiş olup 1281 gez’dir. (yaklaşık 845 metre).[16]

Busbecq’in yazdıkları arasında İstanbul sokaklarında seyyar ok talimhanelerin varlığını görüyoruz. Bu talimhanelerdeki görevliler ok attırma karşılığında bir miktar ücret alıyordu.

“İstanbul’un birçok sokağında ve yol kavşaklarında ok meydanları var. Bu meydanlarda sadece erkek çocuklar ve delikanlılar değil daha yaşlılar da toplaşırlar.”

Busbecq yukarıda Angiolello’nun da bahsettiği kabak atışına da dikkat çeker:

“Düz bir alanda çok yüksek bir direğin tepesine pirinçten bir topu sabit olarak oturtup atlarını direğe doğru dörtnala koştururlar. Direği geçer geçmez istikamet değiştirmeden koşmakta olan atın üstünde birden dönüp geriye yaslanarak topa ok atarlar. Sık sık tekrarladıkları bu talim sayesinde kaçarken arkaya ok atıp düşmanı hiç beklemediği anda kolayca vurabilme melekesini kazanırlar.”[17]

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Türk Okçuluğu

1611 yılında doğmuş olan Evliya Çelebi Enderun eğitimi görmüş, zamanının önemli şahsiyetlerinden birisidir. 40 yılı aşkın bir süreyle hem Osmanlı ülkesini hem de yurtdışını gezmiş gördüklerini aktarmıştır. Tabi ki gezip gördüğü yerlerde bizim konumuz olan okçuluk ile ilgili güzel ayrıntılar aktarmaktadır. Bunların bir kısmı tartışmalı olsa da okçuluk tarihimiz için çok önemli noktaları aydınlatır.

Evliya Çelebi İstanbul’da okçuluk ile ilgili; yaycıbaşı esnafını 200 dükkan, okçubaşı esnafını 200 dükkan, zihgirci esnafının 10 dükkan, ok talimhanecilerinin 45 dükkan, kemankeşlerin 3000 nefer, ok atıcılarının 800 pehlivan olduğunu aktarmaktadır. Bu bize payitahtta okçuluğun çok mühim olduğunu gösterir.[18]

Evliya Çelebi Okmeydanı’nın ilk defa kullanılması hakkında da bir rivayet anlatır. Bu rivayette İstanbul fethedildiğinde Ayasofya’dan büyük haçlar (putlar) çıkartılıp Okmeydanı’na dizilmiş ve gaziler günlerce bunlara ok atmıştır. Bu yüzden bu hedeflere daha sonra “puta” denmeye başlamıştır.[19] Ancak bu hedeflere puta denmesi bu sebepten değildir. Puta, Farsça bir kelime ve “toprak testi, testi, hedef nişangah” anlamına gelen “bûte”den geldiği düşünülmektedir. Puta sözcüğünün daha önceleri de kullanıldığı bilinmektedir.[20]

Evliya Çelebi gezdiği yerlerde sıkça kabak atışlarına rastlamıştır. 1653’de ziyaret ettiği Edirne’deki Yeni Saray’ın bölümüne ait geniş bir alanında, ortasında üzerinde altın top olan “göklere uzanmış bir direk” bulunduğunu ve bütün okçu ve silahşorların padişahın önünde altın topa ok ve tüfek attıklarını kaydeder.[21] Aynı şekilde Kahire’de,[22] ve Trabzon’da da bu amaçla kabak meydanları vardı. Trabzon’da bulunan kabak meydanıyla ilgili bilgiyi Evliya Çelebi şu şekilde aktarıyor: “Evvelâ Zağanos Kapısı’ndan taşrada Kabak Meydanı, bütün paşalar tatil günleri askeriyle o meydanda silâhşorluk edip cirit oynarlar. Geniş bir meydan olduğundan tâ ortasında üç kat gemi direklerini birbirine bağlayıp dikmişlerdir. Tâ en tepesinde bir altın yaldızlı top vardır. Bütün oyuncu savaşçılar at bırakıp o topa sırık atarlar. Vuran yarışmacılara hediyeler verilir.”[23]

SONUÇ

Türk okçuluğu için en önemli kaynaklar olmasalar da seyahatnameler, günümüz okçuluk araştırmalarına ışık tutabilecek ayrıntılar verebilmektedir. Bu araştırma daha birçok seyahatname ile genişletilebilir.

4

Resim 4:Sultan II. Mahmud’un Menzil Taşı; Öncesi ve Sonrası

KAYNAKÇA

Angiolello, M. G ve D’Alessandri,,V., Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar, (Çev. Tufan Gündüz), İstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2012
Busbecq, Ogier Ghislain, Türk Mektupları (Çev. Derin Türkömer) İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları, 2011
Ebu Osman Amr b. Bahr El Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler’in Faziletleri, (Çev. Ramazan Şeşen), Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1967
Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1.cilt 1. Kitap (Çev. Y. Dağlı ve S. A. Kahraman). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2008
Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1.cilt 2. Kitap (Çev. Y. Dağlı ve S. A. Kahraman). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2008
Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2.cilt 1. Kitap (Çev. Y. Dağlı ve S. A. Kahraman). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2008
Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2.cilt 2. Kitap (Çev. Y. Dağlı ve S. A. Kahraman). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2008
Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 3.cilt 2 . Kitap (Çev. Y. Dağlı ve S. A. Kahraman). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları, 2008
Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikayeleri, İstanbul, Kervan Kitapçılık Basımevi, 1980
İbn Fadlan, İbn Fadlan Seyahatnamesi, (Çev. Ramazan Şeşen), İstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2013
Özveri, Murat, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, İstanbul, Umut Matbaacılık, 2006
Özveri, Murat, Türk Yayı ve Av Dünü Bugünü ve Uygulamaları, İstanbul, Gezegen Basım, 2018
Yücel, Ünsal, Türk Okçuluğu, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1999
Zeno, C. Ve Contarini, A, Doğu’da Uzun Hasan- Fatih Mücadelesi Döneminde Doğu’da Venedik Elçileri (Çev. Tufan Gündüz), İstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2009

REFERANSLAR
1. El Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeler Ve Türklerin Faziletleri, Çeviren Ramazan Şeşen, Ankara, 1967, s.67
2. İbn Fadlan, İbn Fadlan Seyahatnamesi, Yeditepe Yayınları,2013, s.15
3. İbn Fadlan, a.g.e. s.52
4. İbn Fadlan, a.g.e s.17
5. İbn Fadlan, a.g.e s.77,78
6. Daha fazla bilgi için İslam Ansiklopedisi Giovanni Maria Angiolello maddesi
7. Giovanni Maria Angiolello, Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar, Yeditepe Yayınları s.49
8. Giovanni Maria Angiolello, a.g.e, s.88
9. Venedikli bir Tüccar’ın Seyahatnâmesi”, Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar, Yeditepe Yayınları, s. 206
10. Ogier Ghislain De Busbecq, Türk Mektupları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.143
11. Türk Kompozit yayı hakkında daha fazla bilgi için bkz: Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her şey, Umut Matbaacılık, s.73
12. Ogier Ghislain De Busbecq, a.g.e s.143
13. İstanbul Okmeydanı
14. Ogier Ghislain De Busbecq, a.g.e s.144
15. Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını s.55
16. Ünsal Yücel, a.g.e,s.195
17. Ogier Ghislain De Busbecq, a.g.e s.147
18. Evliya Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1. Cilt 2. Kitap, YKY, 2006, s.584-586
19. Evliya Çelebi, a.g.e. 1. Kitap cilt 1, s.73
20. Dede Korkut Kitabı, Hazırlayan O. Ş. Gökyay, İstanbul, s.36
21. Evliya Çelebi a.g.e, 3.kitap 2. Cilt s.592
22. Evliya Çelebi a.g.e, 2. Kitap 2. Cilt s,430
23. Evliya Çelebi a.g.e, 2. Kitap 1. Cilt s,114