Posted by Adnan Akgun in on 11th 02 2015
TÜRKÇE OKUMA YAZMA ÖĞRENMEK AÇISINDAN ARAP ve LATİN ALFABELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASIGeleneksel Türk okçuluğu ile ilgili araştırmalar büyük oranda eski okçuluk risâlelerinden devşirilen bilgi merkezlidir. Dolayısıyla, Türk okçuluğunu merak eden ve konuyla ilgili araştırma yapacak herkes Osmanlı Türkçesi bilmekte ya da öğrenmektedir. Sadece okçuluk değil, Harf Devrimi öncesi yüzyıllara ait hemen her konu hakkında bilgi ve belge, belki biraz da “galat-ı meşhur” olarak “Osmanlıca” denen, kısmen modifiye edilmiş Arap harfleriyle yazılan Saray Türkçesi ile kaleme alınmıştır. Türk milleti tarihi boyunca belki de en fazla alfabe değiştiren milletlerdendir. Göktürk, Uygur, Arap ve Latin alfabelerinin yanısıra, Türk hükümdarların egemenliğindeki karışık tebânın oluşturduğu toplumlarda, Türk dili başka alfabelerle de yazılmıştır. Cumhuriyet İnkılâplarının başlıcalarından olan Latin alfabesinin kabulü, Türkçe fonetiğine Arap harflerinden daha uygun bir alfabeye olan ihtiyacın başlattığı sürecin son noktasıdır. Bu ihtiyacı ilk fark eden ne Mustafa Kemal, hattâ ne de Türkiye Türkleridir. Gerçekleştirip sürdürülmesini sağlayacak karizma, irâde, liderlik ve planlama becerisi olan ilk kişi ise Mustafa Kemal’dir. Bu bağlamda Harf inkılâbının ardındaki rasyonel sebepler kamuoyuna eksik, yanlış ya da taraflı intikâl ettirilen sözlerle değersiz hale getirilmektedir. Aşağıdaki makale Şinasi Acar üstâdın kaleminden çıkmış olup, Arap alfabesinin Türkçe vokalleri karşılamadaki yetersizliği üzerinden Harf İnkılâbını değerlendirmemizi sağlayacak önemli bilgiler içermektedir. Makale Osmanlı Bilimi Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanmış olup, sitemize üstâdın izniyle konmuştur. Şinasi Acar* Yazının Kısa Tarihçesi Bilimsel verilere göre, insan soyunun üç milyon yıl kadar önce ortaya çıktığı sanılıyor. Yaklaşık 6.000 yıl öncesine değin, insanlar duyarak ya da görerek öğrendikleri bilgileri belleklerinde saklıyor ve sözle ifade ediyorlardı. İnsanların geçimlerini avcılıkla sağladıkları süreçte, avcılık tekniklerini öğrenmeleri için bellekleri yeterli olmaktaydı. Avcı toplumlar, çok sınırlı sayıda bireyin sürekli hareket halinde olduğu bir toplum modeli oluşturmuştu. Avcının çocuğu ya da çırağı, avcılık tekniklerini ve silah yapımını babasına ya da ustasına bakarak ve onu taklit ederek öğreniyordu. Ancak, sıra bir arkadaşına av yerlerini ya da av yollarının uygun noktalarını göstermeye geldiğinde, resim ve kroki çizme gereksinmesi ortaya çıkıyordu. Resimler hangi av türünden söz edildiğini, krokiler ise avın nerede bulunduğunu ve o noktaya nasıl ulaşılabileceğini gösteren iletişim araçlarıydı. Tarım toplumunun ortaya çıkmasını izleyen dönemde ticaret o denli gelişmiştir ki gerekli bilgiler artık kişinin belleğinde tutulamayacak kadar çoğalmıştır. Tarım, insanları bir yere yerleşmeye ve bir arada yaşamaya zorlamıştır. Bunun sonucu toplumdaki birey sayısı artmış, ortak yaşam “İş bölümü” gereksinmesini doğurmuş ve iş bölümü iletişim konularını çeşitlendirmiştir. Örneğin, tohumları ne zaman ekmenin doğru olduğunun saptanması, kimi astronomik verileri bilmeyi gerektiriyordu. Hele iş ürünü toplayıp satmaya geldiğinde, ölçülendirme, ambalajlama, taşıma, fiyat saptama, hesap tutma gibi pek çok bilgiye gereksinme duyuluyordu. Bütün bu bilgileri kişini belleğinde tutmasına olanak yoktu. Üstelik bir yerden bir yere taşıma sırasında karışmaması için çuvallara, sandıklara yerleştirilen ürünlerin işaretlenmesi gereksinmesi, bir tür etiketleme işlemini zorunlu kılıyordu. Kil tablet üzerinde Sümer çivi yazısı örneği. Yazının ilk kez Sümerler tarafından icat edildiği kabul edilir. Etiketleme için ilk akla gelen, ambalajın üstüne, içindeki ürünün resmini çizmekti. Daha sonra ürünlerin alıcıya eksiksiz ulaşması için ambalajları mühürleme işlemi gündeme gelince, ürün resimleri bu kez mühürlerin üzerine çizilmiş ve bunun sonucu “bir sözcüğü resmederek yazı yazma”nın, yani ilk “logogram”ların (sözcük simgesi) adımları atılmıştır. Bir sonraki aşama hece simgelerinden oluşan işaretlere, yani “sileber”lere geçiştir. Bunun en güzel örneği Eski Mısır “hiyeroglif”leridir. Buradaki resimlerin her biri bir heceyi temsil eder. Birkaçının yan yana gelmesiyle sözcükler oluşturuluyor; eğer yazan ve okuyan bu simgelere karşılık gelen seslerin ne olduğunu biliyorsa, bilgi bir yerden başka bir yere taşınabilir hâle geliyordu.¹ Son aşama hece simgelerinden “harf simgeleri”ne geçiştir ki bunun sonucu alfabeler doğmuştur. Ancak, ilk alfabelerde kısa sesli harfler kullanılmamıştır. Bu alfabeler, günümüzde internet üzerinden chat yapmakta ya da cep telefonlarında mesaj atmakta kullanılan kısaltmalara benzeyen bir tür simgesel yazım biçimindedir. Çünkü o dönemde aynı alfabeyi kullanan insanlar, zaten aynı dili konuşmaktaydı. Bunlara örnek olarak İbrânî ve Arap alfabeleri gösterilebilir. Bu alfabelerin en büyük sakıncası okuyucunun yazılan kelimeyi bilmemesi hâlinde, yani onu daha önce duymamış ve yazılışını görmemiş olması durumunda, o sözcüğü doğru olarak okuyamamasıdır. İlk kez Eski Yunan’da kısa sesliler de alfabeye eklenmiş ve kolayca okunabilir bir yazı oluşturulmuştur.Romalılar bu tarz alfabeyi onlardan almışlardır. Yazının ortaya çıkması, insanın aklında tutabileceğinden çok daha fazla bilginin saklanmasını ve başkalarının istifadesine sunulabilmesini olanaklı kıldığı gibi, bu bilgileri elden geçirilerek geliştirilmesini, değiştirilebilmesini ve çoğaltılıp elden ele dolaştırılarak yayılmasını da sağlamıştır. Ancak, halkın okuması amacıyla kitap üretme düşüncesi için M.Ö 6. Yüzyıla, Atina tiranı Peisistratos’a kadar beklemek gerekecektir. Ondan önce yazılan kitapların hemen tamamı, yalnızca ruhban sınıfına hitap eden dinsel içerikli kitaplardır. Metinlerin devamlı olarak el altında bulunması, insanları onlar hakkında düşünmeye, onları eleştirmeye ve onların benzerlerini üretmeye yönlendirmiştir. Bilim ortaya çıkışının, bilgiyi halka taşımak için kitap yayımlanmasıyla başladığı söylenebilir. Türkçe’de kullanılan Arap alfabesinin sorunları Türkler İslâmiyet öncesinde Uygur alfabesini kullanıyorlardı.² İslamlığı kabul etmeleriyle birlikte –Kurân’ın Arapça indirilmiş ve Arap yazısıyla yazılmış olmasından dolayı- kullandıkları alfabeyi zamanla terk etmişler ve dillerini Arap yazısı çerçevesine sokmak zorunda kalmışlardır. Türkler Arap alfabesine dayalı bu yazı sistemini Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü izleyen yıllara değin kullanmışlardır. Türk toplumunun “şifahî” bir toplum olduğu, üst düzeyde gelişmiş bir sözlü geleneğe sahip bulunduğu söylenir. Dil bilim ve grameri seven bir toplum olduğumuz da söylenemez. Bunda öğrenilmesi güç Arap alfabesinin önemli bir etkisi olduğu kuşkusuzdur. Esasen Arap yazı sistemi Arapça’ya uygun, fakat Türk dilinin özelliklerine pek fazla uymayan bir sistemdir.³ Neden böyle olduğu, aşağıda ana hatlarıyla açıklanmaya çalışılacaktır. 1. Bu alfabede kısa sesli harfler kullanılmamaktadır. Bunun daha hızlı yazma avantajı olmakla birlikte en büyük sakıncası, okuyanın yazılan kelimeyi bilmemesi halinde, yani onu daha önce duymamış ve yazılışını öğrenmemiş olması durumunda, o sözcüğü doğru olarak okuyamamasıdır. Örneğin, Arap alfabesinde kalem sözcüğü “klm” olarak yazılmaktadır. Eğer okuyan bu sözcüğü duymamışsa ya da yazılışının böyle olduğunu bilmiyorsa, doğru okuması olanaklı değildir. Hele kişinin kum ve kavim gibi, âlem (dünya) ve âlim (bilgin) gibi, mafsal (eklem) ve mufassal (ayrıntılı) gibi, ba’d (sonra) ve bu’ud (boyut) gibi, cirm (cisim) ve cürüm (suç) gibi, yazılışı aynı olan sözcükleri ilk bakışta doğru okuması tesadüfe bağlıdır. Örneğin melek, melik ve mülk sözcüklerinin üçü de “mlk” olarak yazılmaktadır. Örneğin “kl” yazısı gül, kül, gel ve kel ve “kvr” harfleri gör, kör ve kûr olarak okunabilmektedir. Aslında alfabenin bu durumu Osmanlı aydınları tarafından da biliniyor ve zaman zaman dile getiriliyordu. Ama, asıl alfabe tartışmaları 1839’daki Tanzimat hareketiyle birlikte başlamıştır. Bu tartışmalarda herkes imlâdaki karışıklığın giderilmesinde hemfikirdi. Ancak 1908’de ilân edilen II. Meşrutiyet’e kadar süren 70 yıllık dönemde tartışmaların ana noktasını, kullanılmakta olan Osmanlı harflerinin, yazıdaki karışıklığı önleyecek şekilde düzeltilmesi oluşturuyordu. II. Meşrutiyet sonrasında Latin harflerini isteyenlerin sayısında hızlı bir artış görüldü. Yazarlar ve aydınlar “Islahatçılar” ve “Latinciler” olarak ikiye ayrıldı. Bu arada Harbiye Nezâreti (Bakanlığı) 1.5.1913’ten başlayarak askerî yazışmalarda harflerin bitiştirilmeden yazılacağını duyurdu. Harbiye nâzırı Enver Paşa’nın emriyle kullanılmaya başlanan bu yazıda okuma yazmayı kolaylaştırmak amacıyla, kısa sesliler de harflendirilerek yeni bir yazım tarzı ortaya konulmuştu. “Hurûf-i Enver” (Enver harfleri), “Hatt-ı Enverî” (Enver yazısı) veya “Enveriyye” olarak anılan bu imlâda, sözcükler bugün Latin alfabesiyle yazdığımız matbaa yazısı gibi ayrık harflerle yazılıyordu. Kısa bir süre kullanılan bu alfabeden, kimi yeni karışıklıklar yarattığı için, yine Enver Paşa’nın emriyle vazgeçilmiştir. 2. Türkler Arapça’da bulunmayan kendi dillerine özgü sesleri yazmak için, Arap alfabesindeki bu seslere yakın sesleri gösteren harflere nokta veya çizgi eklenmiştir. Örneğin, Arapça’da olmayan p, ç ve j harfleri için, onlara en yakın bulunan –bir noktalı- be, cim ve ze harflerinin nokta sayısı üçe çıkarılmış; Türkçe’deki genizden gelen n sesini yazmak için Arap alfabesindeki kef harfinin kolu üstüne üç nokta eklenmiş,4 g ve ğ seslerini yazmak için kef harfinin koluna paralel bir çizgi ilâve edilmiştir.5 Ancak bir süre sonra, hem elle yazarken zaman kaybına neden olduğu için hem de her yazıya uygulanamadığından, pratikte kimi nokta ve çizgiler kaldırılmıştır. Sonuçta, örneğin deniz sözcüğü “dkz”, en sözcüğü “ek”, pınar sözcüğü “pkar”, gönül sözcüğü “kvkl” şeklinde yazılır olmuştur. Üstelik kimi sözcükler iki üç türlü yazılabilmektedir. Örneğin deniz sözcüğü “dkz” ve “dkyz” şeklinde, pınar sözcüğü “pkar”, “pykar” ve “pvkar” biçiminde yazılabilmekte ve hepsi de doğru kabul edilmektedir. Bu karışık durum okuma yazmayı zorlaştıran önemli bir etken oluşturmaktadır. 3. Arap alfabesindeki 28 harfin, sözcüğün başında, ortasında, sonunda ve bağımsız hâlde yazılışları az veya çok farklıdır.6 Ayrıca kısa seslilerin nasıl okunacağını gösteren 6 tür “hareke” (okutma işareti) kullanılmakta ve yerine göre harflere eklenmesi zorunlu bulunmaktadır.7 Bu nedenle, bu alfabede büyük harf kullanılmamasına karşın, Müteferrika matbaasında 500’e yakın hurûfât8 kullanılmıştır. Oysa Latin alfabesindeki hurûfat sayısı 90’ı geçmez. 4. Türkçe’deki 8 tane “ünlü”yü Arap alfabesi karşılamamaktadır. Türkçe’deki o, ö, u ve ü sesleri aynı vav harfiyle gösteriliyor, üstelik bu harf “ve” olarak da okunabiliyordu. Benzer şekilde i ve ı sesleri de –hem şapkalı (eskilerin yâ-yı nisbi dedikleri uzun ı veya uzun i) hem de şapkasız (kısa ı veya kısa i) hâlleriyle –ye harfleriyle gösteriliyor ve bu harf “ye” olarak da okunabiliyordu. Bu nedenledir ki atalarımızın bıraktığı yer adlarını ve kimi isimlerin doğrusunu ya okuyamıyoruz ya da doğru okuduğumuzdan emin olamıyoruz. Bu harfleri karşılayamayan bir alfabenin Türkçe için kullanılması artık düşünülemez. Yazılı bir dil her şeyden önce imlâsını düzgün tutmak zorundadır. 5. Arap alfabesiyle kimi sözcüklerin yazılışları Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri bin yıl öncesinden kalmadır. Örneğin, eskinin –“efendi” anlamındaki- “beğ” sözcüğü zamanla “bey”e dönüşmüş, ancak yazılığı beğ olarak kalmıştır. Yani eski alfabede “bk” yazılır ve bey diye okunur. Benzer bir durum Farsça’dan dilimize geçmiş kimi sözcükler için de geçerlidir. Örneğin, hoca sözcüğü “havace” diye yazılır, hoca olarak okunur; bedhah (kötü niyetli, hain) sözcüğü “bedhavah” gibi yazılır, bedhah diye okunur. 6. Arap alfabesinde Arapça’daki kimi seslerin nüanslarını gösteren farklı harfler kullanılması, Türkler için okuma yazma öğrenmeyi güçleştiren bir başka etkendir. Osmanlı döneminde okuryazarların, toplam nüfusa oranla %10’un altında olduğu kestirilmektedir. Bunun bir bölümü de yalnızca okuyabilen, ama yazamayan kişilerden oluşmaktadır. Peki, bu nasıl olabiliyordu? Çünkü Arap alfabesinde 2 tane t (te ve tı), 3 tane s (sin, se [peltek s] ve sat) ve 4 tane z (ze, zel [peltek z], zı ve dat) vardır. Türkçe’de h sesi hiç yokken, Arapça’da 3 tane ayrı h (he, ha ve hı) harfi vardır.9 Arapça’dan dilimize geçmiş sözcükleri yazarken, kişinin hangi h ile yazılacağını bilmesi gerekir. Arapça’da bütün bu harflerin sesleri değişiktir. Örneğin 4 tane z ile ilgili olarak, dilimizde de kullanılan Zeynep, Zeki, Muzaffer ve Ramazan sözcüklerindeki z’lerin sesleri birbirinden farklıdır. Bir tek Zeynep’teki z sesi, Türkçe’deki z gibidir. Ama Türkçe’de dördü de Zeynep’teki z gibi telaffuz edildiği için, yazarken kişi hangi z harfini kullanacağı konusunda zorlanır. Bu açıdan yazılmış sözcüğü okumak daha kolaydır. 7. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Üstelik Arap alfabesinde elle yazarken noktalama işaretleri kullanılmaz. Noktalama işaretleri bu alfabenin kullanıldığı son yüzyıl içinde ve çoklukla basılı metinlerde kullanılmıştır. Yazarken sözcükler arasında boşluk bırakılmaz; kelimeler ara vermeden, birbiri ardına yazılır. Bir de yazanın el yazısı kötüyse, metni okumak iyice zorlaşır. Harf Devrimi’ne ilişkin birkaç söz Arap alfabesini hat sanatı açısından önemi ve üstünlüğü elbette tartışılmaz. Latin harfleri, Arap harflerine oranla pek geometrik, pek birbirine eşittir. Tertip ve istife elverişli değildir. Dahası istiften habersizdir; satırların kıpırdanacak hâli yoktur Ama okuma yazma açısından, Latin alfabesi alfabe tarihindeki son aşama kabul edilirse, Arap alfabesi ondan bir önceki merhaledir. Latin alfabesinde yalnızca okuryazar olan biri, daha önce hiç duymadığı bir sözcüğü (ilaç adı gibi bir sözcüğü) -anlamını bilmese bile- kolayca okuyabilir. Ama çok okuyup yazmış yüksek tahsilli biri Arap alfabesiyle daha önce duymadığı ve yazılışını görmediği bir sözcüğü doğru okuyamaz. Bundan kuşku duyanların Arap alfabesiyle Türkçe okuyup yazmayı öğrenmeleri gerekir. Aslında iki üç aylık bir çalışmayla bu yazıyı sökmek mümkündür. Ancak gerçek anlamda okuryazar olabilmek için kelime dağarcığınızı ciddî ölçüde zenginleştirmeniz, eski metinler için biraz öz Türkçe (Orta Asya Türkçesi), dinsel ve bilimsel konular için biraz Arapça, şiir ve edebiyatla ilgiliyseniz biraz da Farsça öğrenmeniz gereklidir. Ülkemiz 1928’de yapılan Harf Devrimi’yle Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerek kolayca okunabilir bir yazı sistemini benimsemiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Kemal Atatürk, okuma yazma bilenler oranının artması ve eğitimin hızlandırılması için Harf Devrimi’ni gündeme taşıdı. Uzmanlar Latin harflerini Türkçe’nin yapısına göre değerlendirerek yeni bir Türk alfabesi hazırladılar. Yeni Türk harfleri yasasının 1 Kasım 1928’de kabulünden ve 3 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra eğitim ve öğretimde Latin alfabesi uygulandı. Solda: Yeni Türk alfabesi. Harf Devrimi’nde Cemal Azmi Matbaası tarafından hazırlanan 84×59 cm boyutlarındaki levhada yeni harflerin karşı düştüğü sesler, alt taraflarında eski yazıyla gösterilmiştir. Sağda: Atatürk yeni harflerin kabul edileceğini 1928’de Sivas’ta halka duyuruyor. Bu resim Illustration dergisinin 13 Ekim 1928 tarihli sayısının kapağında yayımlanmıştır. Yasada bütün devlet kurumlarında, şirket, dernek ve özel kuruluşlarda yazışmaların yeni Türk harfleriyle yapılması zorunlu kılınıyordu. Bunun için bir geçiş süresi belirlendi. Örneğin, resmî işlemlerde yeni alfabeye geçiş için son tarih 1 Ocak 1929’du. Eski harflerle basılı kitapların eğitimde kullanılması yasaklanmıştı; 1 Aralık 1928’den başlamak üzere kitap dışındaki yayınların tümü, 1 Ocak 1929’dan sonra da kitaplar yeni Türk harfleriyle basılacaktı. Harf Devrimi’nden sonra açılan “Millet mektepleri”yle okuma yazma bilmeyen geniş yığınların en kısa sürede eğitilmesi amaçlandı.¹° Harf Devrimi’yle birlikte yalnızca eğitim alanında değil, yayıncılıkta da gözle görülür ilerlemeler gerçekleşti. Ancak, Arap alfabesinin kullanıldığı dönemde iyi okuma yazma bilenlerin kelime dağarcığı epey zengin, edebiyata aşina ve oldukça iyi yetişmiş kimseler olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Latin alfabesiyle okuma yazma kolaylaştı ama, özellikle İngilizce bilmenin toplumda önem kazanmasıyla birlikte, güzel Türkçe’ye olan ilgi ve merak giderek azaldı ve insanlar her geçen gün daha az sözcükle konuşur hâle geldiler. Türkçe okuma yazma öğrenmek açısından Arap ve Latin alfabelerinin karşılaştırılması. Türkler İslamiyet öncesinde Uygur alfabesini kullanıyorlardı. İslamiyeti kabul etmeleriyle birlikte kullandıkları alfabeyi zamanla terk etmişler ve dillerini Arap yazısı çerçevesine sokmak zorunda kalmışlardır. Arap yazı sistemi Arapça’ya uygun, fakat Türk dilinin özelliklerine pek fazla uymayan bir sistemdir. Arapça’da sözcüklerin aslı yalnız sessiz harflerden oluşur. Ayrıca üç tane uzun sesli vardır. Sessiz harflerin arasında kısa sesli harfler bulunmaz. Oysa Türkçe’de heceler birbiriyle bitişirler ve sözcüğün asıl anlamı bir hecede bulunur. Ona bitişen heceler, asıl hecenin anlamını açıklamaya ve tamamlamaya yarar. Arap alfabesinde kısa sesli harfler kullanılmadığı için, kişi daha önce duymadığı ve yazılışını görmediği bir sözcüğü doğru olarak okuyamaz. Ayrıca, Türkçe’deki sekiz tane “ünlü”yü Arap alfabesi karşılamamaktadır. Arap alfabesinde Arapça’daki kimi seslerin nüanslarını gösteren farklı harfler kullanılması, Türkler için okuma yazma öğrenmeyi güçleştiren bir başka etken olmuştur. Osmanlı aydınları arasında alfabe tartışmaları 1839’daki Tanzimat hareketiyle başlamış, imlâdaki karışıklığın giderilmesi için yapılacak düzenlemeler konusunda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. 1908’de ilân edilen II. Meşrutiyet sonrasında Latin alfabesine geçmenin gereğini savunanların sayısında hızlı bir artış görülmüştür. Ancak bu geçiş yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, 1928 yılında gerçekleşebilmiştir. Anahtar sözcükler : Yazı, alfabe, Arap alfabesi, Latin alfabesi, okuma yama, Harf Devrimi The comparison of Arabic and Latin alphabet in the context of literacy Turks were using Uyghur alphabet before they embraced Islam, after which they gave upthis alphabet, and had to express their language with Arabic script. Arabic writing system that is suitable for the Arabic language is rather inconvenient for certain features of Turkish. In Arabic language, the rood of a word is formed only by consonants. Besides, there are three long vowels. There are no short vowels between consonants. Infact, in Turkish –an agglutinative language- syllables join with each other. Since short vowels are not used in the Arabic alfabet; it can be difficult toread a word correctly without hearing it. Also the eight vowels of the Turksih language do not have their equivalents in the Arabic alfabet. In the latter, the usage of some different letters which represent certain noance in Arabic language makes it hard for Turkish people to learn readin and writing Ottoman intellectuals started to discus the use of Arabic alphabet from 1839 on, and all agreed on the need to eliminate the confusion in spelling. In the second constituonal period after 1908, those in fabour of adopting the Latin alphabet incireased. However, this transition was realized in 1928, after the foundation of the republic of Turkey 1923. Key words: Writing, alphabet, Arabic alphabet, Latin alphabet, reading writing, Alphabet Reform. 1 Hiyeroglifleri büyük bir sabır ve azimle çözen Jean François Champollion (1790-1832), İskenderiye yakınlarında Nil deltası civarında er-Râşid (Rosetta) denilen yerde bulunan Rosetta taşı üstündeki metinde kartuş içine alınmış bir sözcüğün kral adı olabileceğini düşünmüş, bunun Pıtolemaios olacağını sezmiş ve çözümün anahtarını bulmuştur. 2 Çin kaynakları 5. yüzyılda Uygur dilinin okunur yazılır bir dil olduğunu söylüyor. Uygur yazısıyla vücuda getirilmiş olan “Kutadgu Bilig” (uğurlu bilgi ya da mutlu olma bilgisi) adlı manzum kitap mesnevî formunda olup Türk edebiyat tarihinde önemli bir eserdir. Kitabın konusu, her biri bir meziyeti temsil eden simgesel dört kişi arasındaki ahlâkî ve sosyal konuşmalardan ve onların birbirlerine anlattıkları öykülerden oluşur. Bu 4 meziyet adalet, akıl ve kemal, deneyim ve bilgi, kanaat ve itidaldir. 3 Arapça Sâmî dillerindendir, sözcüklerin aslı yalnız sessiz harflerden (ünsüzlerden) oluşur (Sâmî kökenli dillerin yazılarında sessiz harflerin arasında kısa sesli harfler bulunmaz). Ayrıca 3 tane uzun sesli vardır: Uzun a ile e arası ses veren “elif”, uzun i sesi veren “ye” ve uzun u sesi veren “vav” harfleri. Bu tür dillere eski dilde –her türlü kısa sesliyle okunabilen dil anlamında- “munzarif lisan” denirdi. Bu dillerde sözcük bir biçimde kalmaz, pek değişik biçimler alır ve anlamı da pek çok değişir. Örneğin aşk, aşîk, ma’şûk [erkek sevgili], ma’şûka [kadın sevgili] ma’şûkıyyet [sevilme hâli], uşşâk [âşıklar] ta’aşşuk [âşık olma], mu’âşaka [karşılıklı olarak birbirini sevme, sevişme], mu’âşık [seven] vb.. Oysa Türkçe “iltisâkî lisan”lardandır (bitişken dil) ve bu tür dillerin Ural-Altay ailesine mensuptur. Bitişken dillerde heceler birbiriyle bitişirler ve sözcüğün asıl anlamı yalnız bir hecede bulunur. Öbür heceler, asıl hecenin anlamını açıklamaya ve tamamlamaya yarar. Örneğin sev, sevi, sevme, sevmek, sevim, sevimli, sevimsiz, sevişme, sevişmek, sevici, sevgi, sevgili, sevecen, sevdirme, sevilme, sevdirmek, sevilmek vb. 4 Bu “kef’e eski dilde kâf-ı nûnî veya sağır kef denirdi. 5 Bu çifte kollu “kef’e eski dilde kâf-ı Fârisî denirdi. 6 Latin harflerinden farklı olarak Arap yazısında “muttasıl (bitişik) harfler” olarak anılan birçok harfin, biri ayrık, biri başta bitişik, biri ortada bitişik ve biri sonda bitişik olmak üzere dört biçimi vardır. “Munfasıl (ayrık) harfler” denilen altı harfi ise, ancak sağına bitişebilir, soluna bitişmez. Onun için bunların biri ayrık, biri de sonda bitişik olmak üzere iki biçimi vardır. Harflerin bu bitişme ve ayrılma hâlleri imlâ biçimine ilişkindir. Ancak yalnızca hattatlar sanatsal açıdan gerekli görürlerse, harfleri bitiştiği hâlde ayrı, ayrıldığı hâlde bitişik yazabilirler. Bu ayrıcalıklı olanaklar, eserini oluştururken hattata geniş bir hareket kabiliyeti sağlar. 7 Arap “elifbâ”sında (alfabesinde) okumayı kolaylaştırmak için kullanılan ve “hareke” denilen okutma işaretleri –daha çok- sessiz harflerin “kısa sesli” olarak nasıl okunacağını gösterir. – Fetha veya üstün: Kısa a ve e arası okutur ve harfin üstüne konulan küçük bir eğik çizgiyle gösterilir. – Kesre veya esre: Kısa i okutur ve harfin altına konulan küçük bir eğik çizgiyle gösterilir; kalın sessizlerde kimileyin ı da okutur. – Zamme veya ötre: Kısa u okutur ve harfin üstüne konulan, Latin alfabesindeki virgüle benzer bir işarettir; Türkçe’de kimileyin ü, o ve ö de okutur. – Cezm veya cezim: Sükûn (durma) işaretidir ve harfin üstüne konulan minik bir çemberle gösterilir. – Tenvin : Arapça’ya özgü bir yazım özelliği olup sözcüğün an, in veya un ile sonlanması durumunda n’den önce gelen kısa sesi gösteren harekenin (fetha, kesre veya zamme) çift olarak konulmasıyla (iki fetha, iki kesre veya iki zammeyle) gösterilir. Ek olarak, üstüne konulduğu sessiz harfin çift okunacağını gösteren ve Latin alfabesindeki w’ye benzer (ama bitişik iki v’den çok, bitişik iki u gibi olan) şedde işareti kullanılır. Bunların dışında, yerine göre harfin üstüne ve altına konulan ve onun biraz uzun okunacağını gösteren “çekme” ya da “uzatma” işareti med; yazılıp da okunmayan veya kimileyin okunup kimi zaman okunmayan hemze-elif üzerine konan “vasıl” (ulama) işareti sıla; harf ve hareke olarak kullanılan hemze işaretleri bulunmaktadır. Ancak, bütün bu işaretlerin el yazısında kullanılması söz konusu değildir. 8 Hurûf, Arapça harf sözcüğünün çoğuludur. Sözcüğe Arapça çoğul eki “ât” eklenerek –“huruflar” anlamında –hurufât sözcüğü türetilmiştir. Bu sözcük “her harften çok sayıda örnek topluluğu” anlamında daha çok matbaacılıkta kullanılmaktadır. 9 Türkçe’de ayrıca f, j ve v sesleri de yoktur. Öte yandan c, l, m, n, r, z harfleriyle başlayan bütün sözcükler Türkçe değildir. 10 Cumhuriyet’in %8’le devraldığı okuryazar oranı, yeni alfabe sâyesinde 1935’te %25’e ulaşabilmiştir. |