Posted by admin in on 27th 08 2013
Yaylarda Çekiş Kuvvetine DairDr. Murat Özveri Okçuluğun belki de en güzel yanı, her cinsiyetten ve her yaştan insanın yapabileceği bir boş zaman uğraşı olmasıdır. Kullanılan yayın çekiş kuvveti okçunun fizik kuvvetine uygun seçildiği takdirde, fiziki kuvvetin getirebileceği sınırlamalar ortadan kalkar.
İngilizlerin bulduğu ve dünya okçuluk literatüründe genel kabul görmüş ölçme tekniğine göre yayın çekiş kuvveti, yay kirişinin yay kabzasından 28 inch (71 cm) uzağa ne kadarlık bir ağırlık asmak suretiyle getirilebildiğine bakılarak belirlenir. Bu çekiş mesafesi yayın sırtından (hedefe bakan yüzeyi) itibaren ölçülür. AMO (Archery Manufacturers Organization) ise yay kabzasının iç tarafından itibaren 26,5 inch (67 cm) çekiş mesafesinde yapılan ölçümü esas alır. Bu değişiklik, modern yayların gövde ve kabza tasarımlarındaki değişikliklerin sebep olabileceği karışıklıkları ortadan kaldırmak için yapılmış intibaı uyandırmaktadır. Kore’de ise gelenekselleşen çekiş kuvveti ölçümünde, yayın çekiş kuvveti 30 inch (76 cm) çekiş mesafesi esas alınır. Çocuk yaylarında bu mesafe için firmaların değişik kabulleri vardır. Okçuluğa yeni başlayanlar için kadınlara tavsiye edilen yay çekiş kuvveti 20-25 lbs (9-11 kg), erkeklere tavsiye edilen çekiş kuvveti ise 30-35 lbs (13,6-15,9 kg) dır. Müsabaka okçuluğunda ise durum farklıdır. Her spor dalında olduğu gibi spor okçuluğu da fizik kuvvet ve dayanıklılık gerektirir. Yarışmalarda hem belli sayıda oku belli bir zaman içinde atmak gerekir hem de hedef mesafelerine oku yetiştirmek gerekir. Üstelik okun bu mesafeyi mümkün olduğunca düz bir yol izleyerek ve mümkün olduğunca kısa süre havada kalarak kat etmesi istenir. Bu sebeple spor okçuluğunda belli bir çekiş kuvvetinin üzerinde yay kullanmak gerekir. Olimpik yay (uçbükümlü veya recurve spor yayı) kullanan sporcular, modern teknolojinin onlara sundukları imkânlardan olan yüksek verimli yaylar ve çok hafif karbon oklar sayesinde, 90 m’ye varan hedef mesafelerine ulaşmak için çok da kuvvetli olmayan yaylar kullanabilirler. Ancak genellikle 38-42 lbs (17-19 kg) kuvvetinde yaylar optimal çekiş kuvveti aralığı oluşturur. 1966’da makaralı yayın icadıyla fizik kuvvet okçulukta belirleyici bir faktör olmaktan çıkmıştır. Henüz olimpiyat oyunlarında bir kategori olmayan (ama olması için fikir teatisinin sürdürüldüğü) makaralı yaylar için spor okçuluğunda kabul edilen çekiş kuvveti 60 lbs (27 kg)’dir. Bu yaylarda çekiş kuvveti, çekiş yolunun başlarında azamî değerine ulaşır, sonra yay kollarının uçlarındaki makaralar sayesinde birden azalır. Okçu tam çekişe geldiğinde, makaraların tasarımına bağlı olarak, yay kirişini yayın azamî kuvvetinin çok altında bir kuvvetle tutar. “Let-off” tabir edilen bu mekanik avantajın çekiş kuvveti üzerindeki azaltıcı etkisi (“yüzde” cinsinden ifade edilir) müsabaka yaylarında belli bir sınırda tutulur. Yayla avcılık, yay çekiş kuvvetinin belli değerlerin üzerinde olmasını gerektiren bir başka sportif faaliyettir. Avlanırken uzun mesafelere atış yapma ihtiyacı yoktur, ama okun av hayvanını öldürebilecek kinetik enerji ve momentum seviyelerine ulaşması istenir. Bu sebeple, spor okçuluğuna girmesinin yanında, başta ABD olmak üzere yayla avcılığın yaygın olduğu ülkelerde avcıların en çok tercih ettiği yaydır.
Makaralı yaylar avcılık dünyasında neredeyse standart haline gelmişken, geleneksel yayların avlanma amacıyla kullanılması da sürmektedir. Geleneksel yaylar, nişan almayı kolaylaştıran aksesuarlara sahip olmadıkları gibi, tam çekişe gelindiğinde okçunun uygulaması gereken kuvveti azaltan mekanik desteğe de sahip değillerdir. Okçuluğun bir spor dalı olması, günümüzden en fazla 500 yıl geçmişe uzanır. İnsanlık tarihinin son 15.000 yılına damgasını vuran yay ve ok, başlangıçta muhtemelen protein ihtiyacını karşılamakta kullanılmıştır. Ancak tarihöncesinin avcısıyla modern avcının yayında aradıklarının -veya bulabildiklerinin- aynı olmadığını da söylemek lazım. Bunun sebepleri, ayrı bir yazının konusu olabilecek kadar zengindir Ancak kısaca özetleyecek olursak: 2-Bu kaya resimlerinin sıradan bir avlanmayı değil, resmetmeye değecek özel bir av partisini tasvir ediyor olma ihtimalini düşünmek gerekir. Hayvan göçlerinin zorunlu geçiş rotaları üzerinde durup binlerce hayvandan oluşan sürülerin geçiti beklenmiş olabilir. Günümüzde de bazı bölgelerde devam eden böyle avlanma şekilleri vardır. Mesela büyük göçleri sırasında bir nehirden geçen Ren geyikleri, tam da bu mevsimde beklenir ve vurulurlar. Bunun dışında, belki hayvan sürülerine yavaşça sokulup yay menziline giriyor ve mümkün olduğunca öldürücü tek bir atışla işi bitirmeye çalışıyorlardı. Elbette, grup olarak avlanan avcıların böyle büyük bir sürüyü ürkütüp sürerek pusuya çekiyor olmaları ihtimali de var. Bu teknikleri mesela Kuzey Amerika yerlileri tarafından 18. yy’a kadar uygulanıyordu ve kayıt altına alınabildi. Şunu da ilâve etmek gerekir: Kuzey Amerika’da yayın izi M.S. 300’lere kadar sürülebilmektedir. At ise çok daha yenidir ve kıtayı ilhak eden İspanyol kâşiflerle gelmiştir. Yani Hollywood klişelerinden olan at üzerinde bizon avı, tarihöncesi sürek avcılığının anlaşılmasında doğru bir model değildir. Yaya veya atlı, bu avlanma tekniğinde de ava çok yakın mesafelerden atış yapılıyordu. 3- Üçüncü bir avlanma tekniği de gizlenip pusu kuran avcının avı kendisine çekmesidir. Burada da tek ve öldürücü bir atış yapmak amaçlanır. Avcının avı kendine çekmek için hayvan seslerini taklit etmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Kuzey Amerika Kızılderilileri geyik avında böyle yapardı). Bu durumda da atış nispeten yakın mesafeden yapılacaktır. Tarih öncesinde savaş: İspanya Castellon’da bulunan Morella La Vella’daki kaya resminde, yay ve ok kullanarak savaşan adamlar. 4- Tarihöncesi avcının yayını farklı kılan ve avlanma yöntemlerinden çok daha önemli bir Mezolitik döneme tarihlenen ve Ren geyiği avcılarını gösteren kaya resmi. Aynı hayvanda görülen birden fazla ok, çok sayıda avcının aynı anda atış yaptıklarını açıkça gösteriyor. (Castellon, İspanya) Neolitik dönemde yerleşik yaşama geçilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi ve kültür bitkilerinin tarımının yapılmaya başlanması, avcılığı hayatta kalmanın tek ve en önemli uğraşı olmaktan çıkarmıştır. Ancak kurumlarıyla yerleşmiş din-tarım toplumlarında da avcılık önemli yer tutmuştur. Boş zaman uğraşı olmasının yanında; yiğitlik ve güç gösterisi, savaş tatbikatı ve en sonunda da bir spor olarak değişik anlamlar kazanmış, varlığını sürdürmüştür. Türk milletlerinde avcılık bozkırlardaki ortak yaşam tarzına kadar takip edilebilmektedir. Burada avcılık bir geçim kaynağı olduğu kadar bölge insanını sert yaşam koşullarına hazırlamaya yönelik bir tâlim olarak da uygulanmıştır. Avcılığın ve yağmanın ekonominin bir parçası olduğu Orta Asya bozkır yaşamında, yay ve at hayâtî önem taşıyan unsurlardı. Bunun doğal bir sonucu olarak, her kız ve erkek çocuğu iyi bir binici ve okçu olarak yetişmek zorunda kalmıştır. Farklı dil ailelerinden lisanlar konuşan ve değişik etnik kökenlerden gelen insanların şekillendirdiği bu ortak kültür içinde, nev-i şahsına münhasır bir avlanma şekli de geliştirilmişti. Hayvanların sürülerek bir çember içine alındığı, sonra avcıların atla bu çemberin içine girerek ve muhtelif silahlar kullanarak hayvanları öldürdüğü bu yöntem, en az Cengiz Han zamanından beri bir askerî tatbikat olarak uygulanmıştır. Selçuklu ve erken dönem Osmanlı sultanlarının da kendilerini ve ordularını formda tutmak için böyle av partileri düzenledikleri, hattâ bunu sefer sırasında bile yaptıkları bilinmektedir. Bu atlı sürek avına bakıldığında, tarihöncesinde olduğu gibi “etik öldürme” konseptine aldırılmadığı görülür. Birçok minyatürde, peşlerindeki suvariler tarafından kovalanan, vücutlarının değişik bölgelerinden aldıkları ok yaralarıyla kaçmaya çalışan hayvanlar resmedilmiştir. Onaltıncı yüzyıla ait bir manzum eserde, böyle bir av partisinin tasvirinde bir ceylan – üstüne saplanmış çok sayıda ok sebebiyle- kirpiye benzetilir. Tabii burada dörtnala giden bir atın üzerinden atış yapıldığını ve avın çoğunlukla arkası avcıya dönük olarak kaçmakta olduğu unutulmamalıdır. Modern avcılıkta, hayvanın tam yan dönerek hayâtî bölgesini avcıya temiz bir atış şansı verecek şekilde açması beklenir. Atlı sürek avının geliştirildiği dönem kompozit yayların yapılıp kullanıldığı dönemdir ve bu teknoloji yüksek çekiş kuvvetinde yaylar yapmayı mümkün kılmaktadır. Yine de at üzerinde kullanılan bir yayın nispeten düşük çekiş kuvvetlerinde yapılmış olabileceği düşünülebilir. Hayvanın çok sayıda isabet alması ve kaçamayıp insanlardan (ya da IV. Mehmed dönemindeki gibi ahşap çitten) oluşan çember içinde sıkışıp önünde sonunda kan kaybından ölecek olması, yüksek çekiş kuvvetinde yaylar kullanmayı gereksiz kılar. Ne var ki, savaş yaylarının yüksek çekiş kuvvetlerinde yapıldığı bilinmektedir. Bu bilgi tek başına avda da kuvvetli yaylar kullanıldığını ispatlamaz. Birçok Kızılderili kabilesinin avda ve savaşta farklı kuvvette yaylar kullandıklarını bilinmektedir (mesela Çerokiler’de savaş yayları av yaylarından daha kuvvetlidir). Ancak, Türk dünyasında bir savaş tatbikatı olarak yapılan avcılıkta, tıpkı tiyatro oyunlarının kostümlü provaları gibi, sıcak çatışmanın bütün gereksinimlerine uygun teçhizat kullanılmış olabileceği de düşünülebilir. Kanûnî Sultan Süleyman’ı avlanırken gösteren bu minyatür, at üzerinde yapılan avın oldukça realist bir canlandırması. Yaban mandası üzerinde çok sayıda ok yarası ve bunların bir çoğu ölçümcü bölgelerde değil. Avcılıkta “etik öldürme”nin modern bir konsept olduğunun açık bir teyidi… Tarihin akışı içinde yay ve okun insanlar arasındaki çatışmalarda ilk defa ne zaman kullanıldığını bilmek zordur, ancak İspanya’da bulunan ve paleolitik dönemin sonlarına tarihlenen kaya resimlerinde yayın kullanıldığı bir savaş sahnesi mevcuttur. Atın evcilleşmesinden sonra, önce atın çektiği savaş arabaları ve sonra da doğrudan at üzerinde kullanılmaya başlandı yay. Atlı okçuluk, Orta Asya bozkırlarının bütün halklarının paylaştığı bir ortak kültürel değer olarak, 18. yy ortalarına kadar varlığını sürdürdü. Atlı okçunun kullandığı yaylar hakkındaki akıl yürütürken gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır: Atlı okçunun çok kuvvetli yaya ihtiyacı olmayabilir. Okun uzun mesafelere yatık bir uçuş çizgisi çizerek uçması, modern okçuluk ekipmanındaki gibi nişan almayı sağlayan aksesuarlar olmayan klasik yaylarda okçuya büyük avantaj sağlamaktadır. Kuvvetli bir yay, değişik mesafedeki düşmana göre alt-üst ayarlama yapma ihtiyacını azaltacaktır. Ancak, atlı okçu düşmanla arasındaki mesafeyi kendisi ayarlar. Yüksek isabet sağlayacağı mesafelere kadar yaklaşıp atışını yapması ve hızla çatışma hattından uzaklaşması mümkündür. Kuvvetli yayların zırhlı düşmana karşı avantaj sağladığı düşünülebilir, ama bu aslında çok fazla dayanağı olan bir düşünce değildir. Yay ve ok zırh karşısında sanıldığı kadar çaresiz değildir. Suvarinin taşıyabildiği nispeten kalın plaka zırhlar okları durdurabilirken, daha ince zırhlar giymek zorunda olan piyade, mâkul kuvvetteki yaylar karşısında bile korunmasızdır. Zincir zırh ise oka, terayağın sıcak bıçağa karşı koyabildiği kadar koyabilir. Bir kaç yıl önce benim yaptığım bir deneysel çalışmada (2008), kopma mukavemeti 430 N/mm2 (Sertlik derecesi: 135 HV) olan 2 mm kalınlığındaki çelik levha 56 lbs (25 kg) çekiş kuvvetinde kompozit bir Osmanlı yayı replikasıyla, değişik ağırlıkta oklar ve ok başları kullanılarak, 8 ve 16 m mesafeden yapılan atışlarla delinmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre, bazı ok-ok başı kombinasyonlarıyla elde edilen penetrasyon hayâtî tehlike oluşturacak seviyededir. Bu çalışmanın test medyumu 15. yüzyıl zırhları için verilen sertlik derecesinin (120-220 HV) alt sınırına yakındır, ancak unutulmamalıdır ki, kullanılan yay da savaş yaylarına göre çok düşük çekiş kuvvetindedir.
Kendi yaptığım çalışmada 135 HV sertliğinde 2 mm kalınlığında çelik levhada elde edilen penetrasyon. Kullanılan yay ise, 56 lbs çekiş kuvvetiyle kuvvet bakımından eski savaş yaylarının yanında bile yaklaşamaz. At üzerinde nispeten hafif yaylar kullanılmışsa bile, burada “nispeten” sözünün altı çizilmelidir. Kompozit yay, ancak belli bir çekiş kuvvetinin üzerine çıktığında basit ahşap yaylara göre daha yüksek verim seviyelerine ulaşır. Adam Karpowicz’in 2007 tarihli “The Mass of Bows” başlıklı makalesinde anlatıldığı gibi, 65 lbs’ye kadar yaylarda kompozit bir yayın bariz bir üstünlüğü yoktur. Eski çağların savaşçılarının pragmatist karakterlerinden şüphe etmemek gerekir. Kompozit yay yapmak için harcanan zaman, emek ve para düşünüldüğünde, atlı bir savaşçının elinde kompozit yay varsa, bu 65 lb’nin üzerinde bir çekiş kuvvetinde olmalıdır. At üzerinde daha düşük çekiş kuvvetinde yaylar kullanılmış olsun veya olmasın, Batı’da da Doğu’da da savaş yayları bizim bu deneyde kullandığımızdan çok daha kuvvetli yapılıyordu. Anlaşılan o ki, zırhlar okları tamamen durdurmaktan ziyâde, özellikle içe giyilen kalın kumaştan bir içliğin de yardımıyla, ölümcül yaralanmaları engelliyordu. Jaroslaw Belza’nın 2009’da yaptığı ve esas olarak kundaklı yay (arbalet) ve yayın performanslarını karşılaştırmayı amaçladığı çalışmada elde dövülerek yapılmış ok başları taşıyan Türk oku replikaları (26,5-34,9 gram arası çeşitli ağırlıklarda), Türk yaylarıyla elde edilecek hızlar taklit edilerek hava basıncıyla fırlatılmıştır. Soğuk çekilmiş çelikten 2 mm kalınlıkta çelik plakada 0,6-4,6 cm penetrasyon sağlanırken; plaka kalınlığı 1,5 cm’e indiğinde, penetrasyon değeri 10 cm’e yükselmiş ve ölümcül yara oluşturacak değerlere çıkmıştır. Belza’nın araştırmasında Türk oklarının sert yüzeye isabetlerinde “kırılmadıkları takdirde” İngiliz Uzun Yayı için tespit edilmiş olan değerlerden “biraz daha iyi” penetrasyon sağlandığı gözlemlenmiştir, ancak delme performansı istikrarsız bulunmuştur. Suvari nispeten kalın (ve ağır) zırhlar taşıyabilirken, piyadede vücut zırhı en kalın olduğu göğüs bölgesinde 2 mm’nin üstüne çıkamıyordu. Miğfer, suvaride de piyade de 3 mm kalınlığa ulaşıyordu. Piyadede kol ve bacak zırhları 1 mm civarına iniyordu ve eldeki verilerin açıkça gösterdiği gibi, atılan oklara karşı hatırı sayılır bir güvenlik sağlayamıyordu. Zincir zırh okları durdurmakta tamamen çaresiz kalmaktadır. Bu sebeple, Orta Doğu zırhlarında vücudun hayâtî bölgelerini koruyan kısımlar metal plakalarla güçlendirilmiştir. Savaş yaylarının çekiş kuvveti ne kadardı? Osmanlı savaş yaylarının çekiş kuvvetleri, Adam Karpowicz’in 2005’de Topkapı Sarayı Müzesi’nde (TSM) yaptığı araştırma sonucunda tespit edilmiştir. Karpowicz’e göre Müze koleksiyonunda 40 lbs-240 lbs (18-108,96 kg) arasında yay bulunmaktadır. Bu bulgular 1982’de da su altı arkeologlarınca gün ışığına çıkarılan Mary Rose batığında bulunan 172 adet İngiliz uzun yayından (İUY) elde edilen verilerle benzerlik göstermektedir. 1545’de battığı bilinen bu savaş gemisindeki yayların çekiş kuvvetleri 100-180 lbs (45 kg-81,5 kg) arasında değişmektedir. Karpowicz TSM koleksiyonundaki çekiş kuvvetlerini tespit ettiği yayların 80-180 lbs (36-81,7 kg) çekiş kuvvetinde olanların askerî amaçlarla kullanılmış olması gerektiğini düşünmektedir. Gerek İngiliz Uzun Yayı gerek Osmanlı yaylarının inanılmaz yüksek çekiş kuvvetleri, elbette bunlarla atış yapabilecek okçuları yetiştirme zorunluluğu da getiriyordu. Batı’da, Doğu’dakinin tersine, soylu savaşçının kanı yay ve oka ısınamamıştır. Ortaçağ’ın soylu Avrupa şövalyesi, erkekçe savaşı düşmanla göz göze geldiği yakın çatışmadan ibaret görüyordu. Yay Avrupa’da 12. yy’dan itibaren, o dönemin savaş stratejilerinde kendine önemli bir yer edinmeye başladı. Hem de enteresan biçimde, onu hâkîr gören şövalyenin karşısına dikilerek! Dörtnala saldıran ağır zırhlı suvariyi tahtından indirecek olan İngiliz Uzun Yayı, çiftçi ailelerinden devşirilen ve “yeoman” denilen gençler tarafından kullanılıyordu. Dönemin araç-gereci ile çiftçilik yapmak büyük fizik kuvvet ve dayanıklılık gerektiriyordu. Bu gençlerin oluşturduğu okçu birlikleri devamlı ve düzenli antrenman yapıyor, iyi besleniyor ve iyi maaş alıyorlardı. Yaşam tarzlarının doğal bir sonuncu olarak sahip oldukları fizik kondisyon üzerine yaptıkları tâlim, bahsi geçen kuvvette yayları kullanmalarını mümkün kılıyordu. İngiliz Uzun Yayı, Ortaçağ Avrupası’ında savaş alanlarında uzun süre ses getirdi. Arkasındaki mühendislik bakımından son derece basit sayılabilecek bu muhteşem silah, ağır zırhlı şövalyenin yenilmezlik tahtını sarsacaktı. Doğu’da yay soylu savaşçının tercih ettiği silahtı, ama kuvvetli yaylar kullanmak için gereken fizik kondisyon ihtiyacı bakımından durum farklı değildi. Bozkırların çetin yaşam şartlarında doğan, büyüyen ve at üzerinde çobanlık yapan çocuklar günlük hayatta kaslarını modern insana göre çok daha fazla kullanıyorlardı. Bu da onları dayanıklı ve güçlü yapıyor olmalıydı. Ancak o döneme ait olup bozulmadan kalabilmiş yay çok az olduğundan, bunların çekiş kuvvetleri hakkında kesin bir fikir ileri sürmek mümkün değildir. Yalnız, din-tarım toplumu kimliğine kavuştuktan sonra da bu savaş kültürünü sürdüren Türk milletlerinde orduların profesyonel askerlerden oluşuyor olması, okçuluk için gereken fizik kuvvetin eğitimle kazandırıldığını düşündürmektedir. Savaş esiri olarak ele geçen kölelerin askerî eğitimden geçirilmesiyle oluşturulan bu elit birlikler Selçuklular’da gulamân- hassâ ve Osmanlı’da kapıkulu ordusunu oluşturuyordu. Osmanlı profesyonel asker adaylarını kendi gayrı-müslim tebâsından devşirerek, bu sistemi devraldığı diğer kültürlerden bir adım ileri gitti. Daha küçük yaşlarında fizik kondisyonlarına, sağlıklarına ve cüsselerine -yani genetik kodlarına- göre seçilen adaylar, çok ağır fiziksel ve entelektüel bir eğitimden geçirilerek, yeniçerileri ve kapıkulu sipahilerini oluşturdular. Menzil okçuluğunda başarıyı kullanılan yayın çekiş kuvveti dışında; yayın timarlanması, uygun ok kullanılması, atışın siperle yapılması, rüzgârın yönü ve şiddeti, mükemmel bir tekniğe sahip olunması gibi başka birçok parametre belirlemektedir. |