Posted by admin in on 8th 12 2012
Osmanlı Okçuluğu: Bir Deneysel Tarih ÇalışmasıDr. Murat Özveri (Bu makale “Osmanlı Askerî Tarihini Araştırmak: Yeni Yaklaşımlar Yeni Kaynaklar-Tarih Vakfı, 2012″ isimli çalışmada “Deneysel Tarih Çalışmalarına Bir Örnek Olarak Osmanlı Okçuluğu” adıyla yeralmıştır. ) Yayın bir savaş aracı olarak kullanıldığına dair en erken örnekler, paleolitik döneme tarihlenen ve İspanya’da Castellon’da yer alan Morella La Vella duvar resimlerinde görülmektedir.[1] Daha önceye tarihlenen çakmaktaşı, kuartz ve obsidyenden yapılmış uçların, manivela benzeri mızrak fırlatıcılarla atılan mızraklara ait olabileceği düşünülmektedir.[2] Yine de yayın kullanıldığı kesin olarak bilinen süre o kadar uzundur ki, Pentagon savaş tarihçisi Vic Hurley’in sözüne hak vermemek elde değildir: “Çok az insan, ok ve yayın insanlık tarihinin en büyük katili olduğunu bilir- makinalı tüfekten, toptan, hattâ atom bombasından bile büyük”.[3]
Yayın ne kadar etkili ve tehlikeli bir silah olduğu, tarih öncesine ait bulgulardan ve savaş cerrahîsinin önemli bir bölümünü oluşturduğu antik tıp kayıtlarından açıkça görülür. Paleo-arkeolojik kayıtlar, mezarlarda bulunan ok uçlarının gömü hediyesi olabildiği gibi, medfûnun ölüm sebebinin günümüze ulaşan ispatı da olabilmektedir.[4]
Tıp tarihine bakıldığında Antik Yunan Uygarlığı’ndan 20. yüzyıla kadar, okla yaralanmaların hekimlerin ve cerrahların başta gelen sıkıntısı olduğu görülmektedir. Antik Hint kutsal metinleri olan Vedalar, hastalıkların ruhlarla tedavi edilebileceği temel inancına rağmen, M.Ö. 4. yy’da ok yaralarının tedavisi ve bakımıyla ilgili bilgi içermektedir. Antik Yunan tıbbının da ok yaralanmalarıyla ilgilendiği, hattâ “hekim” anlamına gelen ve ilk defa Homeros’un eserlerinde rastlanan “iatros” kelimesinin etimolojik olarak “ok çeken kişi”yi ifade etttiği bilinmektedir. Antik Yunan hekimleri gibi Romalı hekimler de ok yaralanmaları konusunda araştırma yapmış ve eserler bırakmışlardır. Hattâ Roma döneminde ok uçlarının tasnifinin yapıldığını ve uçların yaralıdan çıkarılması için cerrahî aletler geliştirildiğini görmekteyiz. Ortaçağ Avrupası’nda gerileyen bilim ok yaralarının tedavisine bir yenilik getiremezken, İslam’ın Altın Çağı’nda konuyla ilgili yazılı kaynaklar oluşturulmuştur. Osmanlı tıp literatüründe de travma cerrahisi ve ok yaralanmaları kendine yer bulmuştur.[5] Rönesans Avrupası’nda ise anatomi bilgisinin gelişmesiyle, ok yaralarının cerrahî tedavisinde önemli adımlar atılmıştır. Amerikan Kızılderili savaşlarında ok yaralanmaları savaş cerrahlarının önemli bir sorunu olmuş, etkili ve hayat kurtarıcı girişimler için tekrar ok ucu tasniflerinin yapılması ve cerrâhî aletlerin geliştirilmesi gerekmiştir. Konuyla ilgili literatürde 20. yüzyıla ait vakaların olmasıysa oldukça şaşırtıcıdır.[6]
Türk ordularında yayın kullanımıysa bilinen Türk tarihiyle başlar.[7] Önemli zaferlerde yay ve özellikle atlı okçu önemli rol oynar. Atlı okçunun düşman ordusuna kanatlardan ve geriden saldırarak yaptığı vur-kaç tarzı yıpratma savaşı, meydan savaşlarında sahte geri çekilme ile düşmanı içeri çekip kuşatarak imha taktiği, hep atlı okçunun etkili kullanımıyla mümkün olmuştur.[8] Selçuklu ordusunun kalbini de at üzerine savaşan ve başlıca silahı yay olan askerler oluşturmuştur[9]. Osmanlı beyliği, kendisine tâbi aşiret beylerinin atlı savaşçılarıyla fetihlere başlamış, ama kale kuşatmaları ve şehir zaptında gerekli kuvvet olan piyade, Orhan Gâzi döneminde oluşturulmaya başlamıştır.[10] I. Murad döneminde yeniçeri ordusu oluşturulmuş, İran-Selçuklu devrinin devamı niteliğinde “pençik” sistemiyle savaş esirlerinden devşirilen hassa ordusu zaman içinde, bir Osmanlı inovasyonu olarak, İmparatorluğun Hıristiyan tebâsından devşirilmeye başlamıştır.[11] Merkezdeki Kapıkulu piyade ordusunu oluşturan Yeniçeriler 1448 gibi oldukça erken bir dönemde hafif ateşli silahlar kullanmaya başlamış ama yay daha yüzlerce yıl kullanımda kalmıştır. Yeniçeriler II. Kosova Savaşı’nda (1448) “el topu” veya arkebüz gibi primitif ateşli silahlar kullanıyor olmalılardı. Yine de 1514 Ridâniye ve 1517 Çaldıran Muharebelerinde Osmanlı ordusunun topun yanısıra tüfeği etkili bir şekilde kulanarak zafere ulaştığı, bir çok tarihçinin üzerinde fikir birliğine vardığı bir gerçektir. Yeniçeriler, III. Murad döneminde (1574-1595), daha gelişmiş olan fitilli musketlerle teçhiz edilmişler ve yaydan ziyâde hafif ateşli silahlarla bilinir ve korkulur olmuşlardı.[12] 1606’da kaleme alınmış olan Kavânin-i Yeniçeriyân (Yeniçeri Kânunları)’ın adı bilinmeyen müellifi Ocaktaki bozulmadan şikayet ederken, tâlimhânenin ok atmak isteyen yoldaşlara hizmet vermede zaaf gösterdiğini, oysa ok atmanın fütühat ve zafer için çok önemli olduğunu vurgulamaktadır. 17. yy.’ın sonuna gelindiğinde, yay ve okun bir muharebe silahı olarak önemini koruduğu görülmektedir. II. Viyana Kuşatması günlüklerinden birinde ok yaralanmalarından bahsedilmektedir.[13] Viyana bozgununda Türkler’den ele geçirilen ve bugün Viyana müzelerinde sergilenen gânimetler arasında tüfeklerin yanısıra yay, ok ve diğer okçuluk malzemeleri de vardır.
Görüldüğü üzere, tüfek Osmanlı ordusuna çok erken dönemde ve yeniçerilerle girdiği halde, yayın yeniçeri teşkilatındaki varlığı hemen son bulmamıştır. Yeniçeri teşkilatından 60., 61., 62. ve 63. cemaat ortalarından oluşan ve padişahın yakın korumaları olan Solak Zümresi, bu çok önemli ve hassas görevlerini ifâ ederken 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar ok ve yaylarını terk etmemişlerdir.[14] Osmanlı’nın müttefiki olan Kırım Tatarları, 19. yüzyıla kadar yayı ana silahları olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Kapıkulu sipahileri ve timarlı sipahiler ise, 17. yüzyıl ortalarında kadar ateşli silahlara geçmemişler, Haçova’da ateşli silahlarla teçhiz edilmiş düzenli düşman ordusu karşısında zorlukla elde ettikleri zaferin ardından tabanca kullanmaya başlamışlardır.[15] Ancak, bu yazıda anlatılacağı gibi, savaş alanındaki başarısızlıkları yayın sözde arkaik ve etkisiz bir silah olmasından başka –ve belki daha önemli- sebeplere bağlamayı mümkün kılacak gerçekler vardır. Ateşli silahlara geçişte, düşman ordularının savaş düzeninde, teçhizatında ve ordu içi organizasyonlarındaki değişikliklerin yanısıra, Osmanlı timar sistemindeki dejenerasyon ve bunun sonuçları silah teknolojisinden daha büyük rol oynamış olabilir.
Silah sistemlerinin değişmesinde “yeni teknoloji eskisinin yerini alır” gibi basit bir mantığın geçerli olmadığı kesindir.[16] Özellikle yaydan ateşli silahlara geçiş sürecinde, hafif ateşli silahların 15. yüzyıl ortasında kullanılmaya başlaması, buna rağmen yayın 19. yüzyıl başına kadar ordularda varlığını sürdürmesi, içinden çıkılması zor bir bilmece gibi karşımıza çıkmaktadır.[17] Bir grup araştırmacı yayı erken dönem ateşli silahlardan üstün kabul edip, buna rağmen tüfeğin nasıl bu kadar erken kullanıma girdiğini sorgularken, ateşli silahların mutlak ve şartsız üstünlüğüne inanan araştırmacılar da tüfeğin yaygınlaşmasının (ve yayın savaş alanlarından tamamen silinmesinin) neden bu kadar uzun sürdüğünü tartışmaktadır.[18]
Bu makalenin konusu, silah teknolojilerinin değişmesinde rol oynayan faktörlerin tespitinde, deneysel tarihin nasıl uygulanabileceği ve pozitif bilimlerin araştırma metodolojisinin nasıl kullanılabileceğidir.
“Deneysel Tarih”, tarihî olayların arkasındaki sebeplerin anlaşılmasında yeni bir yaklaşım, değişik bir perspektiftir. Muhtemelen “Deneysel Arkeoloji” nin attığı temeller üstünde ve hemen hemen aynı dönemde (1980’ler) şekillenmeye başlamıştır. Belge okuma ve bunun yorumlanması üzerine kurulu olan Tarihçilik, yazılı olmayan belgelerle çalışan Arkeoloji gibi bilimlerden aldığı bu bakış açısıyla, tarih yazıcılığının doğasında olan bazı zaafların üstesinden gelebilmektedir.
Pozitif bilimlerin her sorunun cevabını vereceği çok ütopik bir iddia olacaktır, ancak metodolojisinin kendi içindeki tutarlılığı, bu bilimlere gerçeği tespit etme savaşında paha biçilmez bir değer kazandırmaktadır. Tarihî metinlerin bulunması, transkripte edilmesi ve yorumlanması sürecinde; belgenin kaleme alındığı dönemin konjonktürü, tarihyazım üslûbu; yazarın kişisel birikimi, kâbiliyeti ve bilgisi, vukû bulmuş olaya bizzat şahit olup olmadığı, objektivitesi, hitap ettiği okuyucu kitlesi gibi pek çok faktör, günümüz tarihçisinin önünde gerçeğe ulaşma yolunda aşılması zor engeller oluşturmaktadır. Pozitif bilim metodolojisi ise direkttir, sağlamcıdır, sayılara ve tekrarlanabilirliğe dayanır. Bu sebeple, değişkenlerin kontrol edilebildiği deneylerle somut sonuçlara ulaşabilir.
Silah teknolojilerinin karşılaştırılmasında pozitif bilim metodları kullanılırken, silahların sahadaki etkilerini oluşturan özellikleri birer parametre olarak değerlendirilir. Bu parametrelerin bazıları sabit bırakılarak diğerleri değiştirilir, elde edilen sayısal sonuçlar matematiksel karşılaştırmaya tâbi tutulur. Yaydan tüfeğe geçiş süreci araştırılırken, bu iki silahın savaş alanlarında imha edilecek hedef üzerindeki etkisinin somut verilerle ortaya koyulması, süreci belirleyen sebep-sonuç ilişkilerinin anlaşılmasında değerli bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Bir silahın tercih edilme sebepleri şu paramatreler üzerinden incelenebilir: 1- İsabetlilik 2- Atış sıklığı/hızı 3- Hedefte yaptığı harabiyet 4- Güvenilirlik 5- Silah eğitimindeki kolaylık 6- Tedârik kolaylığı. Literatüre bakıldığında, bu parametrelerin hepsinin, sözü edilen süreci açıklamakta birlikte veya ayrı ayrı argüman olarak kullanıldıkları görülmektedir. Sunumumuza örnek teşkil eden çalışmalar, bu parametrelerden silahın sahadaki etkinliğiyle doğrudan ilgili olan ilk üçü hakkında somut, deneysel verilerin toplanması üzerinedir.
1- İsabetlilik: Gerek yayın gerek erken dönem hafif ateşli silahların isabetliliği ile ilgili birbiriyle çelişen çok sayıda bilgi bulunmaktadır. İsabetlilikle ilgili silahın kendisinden kaynaklanan zaaflar, silahlar bir çerçeveye monte edilerek bertaraf edilebilmektedir. Hattâ tetik düşürüldüğünde meydana gelen sarsıntının namlu-hedef doğrultusunda meydana getirebileceği minör sapmaların bertaraf edilmesi için, ateşleme namlu dibindeki imlâ hakkı elektrikli düzeneklerle tahrik edilerek yapılmaktadır.
Yayların test edilmesinde ise, “atış makinası” denilen, kirişin belli bir mesafeye çekilip bırakılmasını bir motor mârifetiyle ve belirli bir süre içinde yapan araçlar kullanılmalıdır. Bu ikincisi, yakın tarihe kadar (1970’ler) organik malzemelerden imal edilen yayların çekili vaziyette tutulmaları durumunda kuvvet kaybetmesi sebebiyledir (Fizikte buna “iç sürtünme” denmektedir).
İsabetlilik, silahın belli bir mesafeden yaptığı atışların (genellikle uzun namlulu silahlar için 100 m, tabancalar için 30 m) ne büyüklükte bir grup oluşturduğu ölçülerek tespit edilmektedir. Bir çok çalışmada insan silüetini temsil eden bir dikdörtgen hedef yerleştirilmekte, atışların hedef içinde kalanlarının yüzdesi hesaplamaktadırlar. Bu model, savaş alanlarında talep edilen isabetlilik şartlarını daha realist simüle etmektedir.
Orijinal ağızdan dolma arkebüz, musketler ve tabancaların ateşlenerek test edildiği bir çalışmada[19] bu silahların isabetlilik oranları çok düşük bulunmuştur. Arkebüz ve musketlerin düşük isabet oranları büyük oranda namlularının yivsiz olmasıyla ilgilidir. Bu silahlar namlularının ucundan (ağızdan) doldurulur. Önce ağızdan “barut hakkı” denilen barut ve sonra küre şekilli mermi (fındık) konur. Namlu gerisinde ateşleme mekanizmasını namluya bağlayan bir “falya tavası” vardır. Buraya konulan bir miktar barut (yemleme barutu), herhangi bir mekanizmanın yardımıyla ateşlenir. Ateşleme mekanizmasının oluşturduğu kıvılcım namlu dibindeki ağız otunu ateşler ve patlamanın etkisiyle oluşan gazlar mermiyi namludan dışarıya iter. Yivsiz namlularda mermi ile namlu duvarı arasında gazın büyük miktarının kaçtığı bir aralık vardır. “Windage” denilen bu aralık, merminin harbi yardımıyla namlu dibine itilmesini kolaylaştırmak içindir, ancak patlamayla oluşan gazların verimli kullanımına engel olur. Ayrıca windage sebebiyle küresel mermi uçuş yönüne doğru yuvarlanmaya başlar, namlu içindeki yolculuğu sırasında da iç cidara çarpar. Bütün bunlar, merminin namludan kötü bir uçuş karakteristiğiyle çıkmasına sebep olur. Sadece yuvarlanma hareketi bile, tıpkı falsolu vurulan bir futbol, tenis ya da golf topundaki gibi, merminin havada yön değiştirmesine yol açar.
Ancak çakmaklı ateşlemenin icadıyla imâli mümkün olan yivli namlulu tüfekler, merminin namlu içindeki yivlere oturmasıyla barut gazlarının mermi gerisinde sıkıştırılmasını sağlar. Sonuç, daha yüksek namlu çıkış hızıdır. Ayrıca mermi uçuş yönüne doğru yuvarlanma hareketi yerine, yivler sayesinde jiroskopik hareket kazanır. Ne var ki, mermi çapları namlu iç çapından biraz daha büyük olduğundan, yivli namluların doldurulması zordur. Buna ilaveten, her atıştan sonra yivlerin arasını dolduran kara barut artıkları sebebiyle, müteakip doldurmalar daha da zorlaşır. Bütün bu zahmete rağmen, yivli namluların isabet yüzdeleri beklendiği kadar yüksek olmayabilmektedir. Bahsi geçen testte ateşlenen üç yivli silahtan ikisinin hedefi vurmasının “tesadüfe kaldığı” belirtilmektedir.[20]
Yayla atılan bir okun isabetliliğine dair bilgiye ise Memlûk, Osmanlı ve Arap kaynaklarında belirtilen hedef uzaklıklarından anlamak mümkündür.[21] Yeniçerilerin okçuluk eğitiminde 70 m mesafede okların hepsinin insan büyüklüğünde bir hedefin içinde kalması asgârî gereklilikken, İstanbul okmeydanındaki Atıcılar Tekkesi’nde puta (hedef) atışlarının 165-250 m mesafeden yapıldığı bilinmektedir.[22] “Puta” tabir edilen deriden yapılmış, içi çiğit ve tahta talaşıyla dolu hedef, 110 cm X 77 cm boyutlarıyla, yaklaşık olarak diz çökmüş bir insan kadardır.[23] Elbette tekke okçuluğunun askerî normların üstünde bir beceri gerektirdiği, askerî personel ve Saray halkı dışında sivil meraklıların da buradaki seçkin eğitime rağbet ettiklerini söylemek gerekir. Ok, aerodinamik açıdan küre şekilli mermiye göre üstündür ve yivsiz namludan atılan mermilere göre çok daha kararlı uçuş sergiler. Ok ile isabet oranı, yayın kullanması zor bir silah olmasına bağlı olarak düşebilir, ancak bu “zaaf” silahın kendisinden değil kullananın becerisinden kaynaklanır. Yay-ok kombinasyonunun birbiriyle uyumlu hale getirilmesi, eski dilde söylendiği şekliyle “yayın saz edilmesi” zorunludur ve bu bir zaaf olarak değerlendirilebilir. Ancak yayın Ortaçağ ve sonrasında profesyonel orduların silahı olarak yaygınlaştığı unutulmamalıdır. Okçu personelin silahını azamî performansla çalışacak şekilde akord ettiği kabul edilebilir. Modern spor yayları gibi nişan almayı kolaylaştıran ve atış mekaniğini düzenleyen araçlarla donatılmamış klasik yaylarla isabetli atış yapmak okçunun kişisel becerisiyle mümkündür.
2- Atış sıklığı/hızı: Yukarıda bahsedildiği gibi, erken dönem ateşli silahlar namlu ağzından dolduruluyordu. Namlu doldurulduktan sonra falya otu yerleştiriliyor ve bir ateşleme mekanizması vasıtasıyla silah ateşleniyordu.[24] En erken ateşleme mekanizması, yavaş yanan bir fitildi. Fitilli tüfek kullanan asker, bu fitili devamlı yanar vaziyette tutmalı, silahı doldururken diğer ucu kundağa sarılı olan fitilin yanan ucunu falyadan uzakta, elinde tutmaya dikkat etmeliydi. Ateş etmeden önce fitilin ucunu üfleyerek ateşi canlandırır, yanan ucu iki dişli bir horoza sıkıştırır ve bir ilkel tetik vasıtasıyla falya tavasına düşürürdü. Bu şekilde silahı doldurup ateşlemek yavaştı. Eğitimli bir asker dakikada ortalama 1 el ateş edebiliyordu.
Daha sonra falya otunu ateşlemek için çakmaktaşının kullanıldığı bir çok mekanizma geliştirilmiştir. Çakmaklı ateşlemede horozun dilleri arasında sıkıştırılan çakmaktaşı tetiğin düşürülmesiyle, aynı zamanda falya tavasının kapağı olan bir çelik bloğa çarpar, çelik blok öne sıçrarken, çarpmadan çıkan kıvılcım falya otunu tutuşturur. Çakmaklı ateşleme atış hızını dakikada 2-3 ele yükseltmiştir. Bu düşük ateş etme hızları sebebiyle, fitilli tüfek kullanan bir asker savaşa 12, çakmaklı tüfekli bir asker 24 el ateş edecek mermi ve barut şarjıyla gidiyordu.[25]
Okçuların atış hızıyla ilgili zengin tarihî kayıtlar vardır. Latin ve Bizans kaynakları Selçukluların dakikada 20 ok atabildiklerini bildirmektedirler. 16. yy. sonuna kadar kompozit yay kullanan ve step taktikleriyle savaşan Moskof suvarisinin dakikada 6-15 atış yapabildiği bilinmektedir.[26] Bizim yaptığımız çalışmalarda Selçuklu tasvirlerini temel alarak hayata geçirdiğimiz hızlı ok gezleme (oku yayın kirişine takma) tekniğiyle 3 okun 9 saniyenin altında atılması mümkündür.[27] Sözü edilen teknikte oklar tek tek tirkeşten (ok çantasından) alınmayıp elde tutulur.[28] Bu hız, Selçuklu suvarisi için verilen atış hızına muadildir. Memlûk kayıtlarında, akıl almaz gibi görünen atış hızları bildirilmektedir.”70 m uzaktaki hedefe atılan ilk ok hedefe varmadan üçüncüsünün yaydan çıkmış olması”, bir sirk yıldızının becerisine sahip olmakla ulaşılabilecek bir hızdır.[29] Ancak bunun askerî standart olmadığını kabul etmek doğru olacaktır.
Okçuların yanlarında taşıdıkları cephane de bu yüksek atış hızına uygun olarak, tüfekli askerlerinkine göre çok fazladır.[30] Selçuklu atlı okçusunun savaşlarda, ok çantasından başka yay kılıfında ve hattâ çizmelerine sokulmuş vaziyette 100’e yakın ok taşıdığı bildirilmektedir.[31] Dede Korkud Kitabı da oklukta taşınan yüksek sayıda oklara dair ibâreler içerir.[32]
Bütün bu veriler, yayın erken dönem tüfeklerden çok daha hızlı atış yapılabilmeyi mümkün kıldığını göstermektedir. Kapsüllü ateşlemenin geliştirilmesi, yivli namluları ağızdan doldurmayı kolaylaştıran Minié[33] gibi mermi tasarımlarının geliştirilmesi, sonrasında namlu gerisinden doldurma ve üst üste atış yapmayı mümkün kılan buluşlar için 19. yüzyılı beklemek gerekecekti. 19. yy ortasına kadar yayın atış hızı bakımından ateşli silahların önünde olduğunu ifade etmek mümkündür.
3- Hedefte yaptığı harabiyet: Bir silahın tek bir atışı veya vuruşuyla hedefte yaptığı harabiyet, pozitif bilimlerin metodolojisi kullanılarak sayısal değerler olarak elde edilebilir.
Uzun menzilli bir silahın attığı mermi (taş, mızrak, ok, fındık.vs.) taşıdığı kinetik enerji (Ekin = ½.m.v2) hesaplanabilir. Hızın tespitinde, merminin uçuş yolunun ilk metrelerine yerleştirilen bir kronograf kullanılır. Yapılan çok sayıda atışın artimetik ortalaması belli bir silah-mermi kombinasyonunun başlangıç hızı kabul edilir. Kronografın uçuş yolunun biraz ilerisine yerleştirilmesiyle, merminin her metrede uğradığı hız kaybı saptanır, bu sayede merminin hedefe ulaştığında ne kadar Ekin taşıdığı hesaplanabilir.
Ateşli silahlarda hız ağız otunun yanma hızı (partikül büyüklüğüne, kimyasal bileşimine ve ortamın hava sıcaklığına bağlıdır) ve gramajına, merminin ağırlığına, namlunun uzunluğuna bağlı değişiklik gösterir. Ateşleme sistemi (fitilli, çakmaklı, kapsüllü vs.) de ağız otunun yanma hızını etkileyebildiğinden, namlu çıkış hızı üzerinde fark yaratabilir. Bahsi geçen araştırmada[34] değişik ateşleme sistemlerini haiz tüfek ve tabancalar elektrik akımı kullanılarak ateşlenmiştir. Böylece hem ateşleme sisteminin barut yanma hızına etkisi bertaraf edilmiş hem de tetik çekme sırasında meydana gelecek sarsıntının test sonuçlarını değiştirmesi önlenmiştir.
Bir mermi hedefe çarpınca yavaşlamaya başlar ve Ekin başka enerji formlarına dönüşür. Silahlarda istenen şey mermideki kinetik enerjinin dokularda hasara yol açacak enerji formlarına dönüşmesidir. Mermi dokular içinde hızını ve enerjisini kaybederken içinde hareket ettiği medyuma hasar verecektir. Bu hasar hem merminin hem medyumun yapısal özelliklerine göre değişik karakter gösterecektir.
Burada karşılaştırdığımız iki silah yay ve tüfek; mermileri de ok ve fındıktır. Yapılan kapsamlı bir araştırma 16.-18. yüzyıl arasında imal edilmiş tüfeklerde 400-500 m/s namlu çıkış hızları elde edildiğini göstermiştir.[35] Hesaplanan Ekin değerleri 1070 J (tabanca) ve 6980 J (büyük çaplı arkebüzler) arasında değişmektedir. Ancak aerodinamik açıdan elverişsiz olan küre şekilli bir mermi, her metrede 2,5 m/s hız kaybına uğramaktadır. Silahın etkinliği hesaplanırken, dönemin muharebe alışkanlıkları içinde rakip orduların birbirlerine ateş ettikleri mesafeler göz önüne alınmalıdır. Ok ise kütlesine ve onu fırlatan yaya göre çok değişebilen hız ve kinetik enerji değerleri sergiler. Ancak daha elverişli olan aerodinamik yapısı sayesinde, katettiği her metrede sadece 0,1 m/s hız kaybeder.[36]
Okla ilgili parametrelerin doğru hesaplanması için, savaş yaylarının çekiş kuvvetlerini ve bu çekiş kuvvetindeki yaylarla ulaşılabilen ok hızlarını bilmek gerekmektedir. Osmanlı savaş yaylarının çekiş kuvvetleri, Adam Karpowicz’in 2005’de Topkapı Sarayı Müzesi’nde (TSM) yaptığı araştırma sonucunda tespit edilmiştir.[37] Karpowicz’e göre Müze koleksiyonunda 40 lbs-240 lbs (18-108,96 kg) arasında yay bulunmaktadır[38]. Bu bulgular 1982’de da su altı arkeologlarınca gün ışığına çıkarılan Mary Rose batığında bulunan 172 adet İngiliz uzun yayından (İUY) elde edilen verilerle benzerlik göstermektedir.[39] 1545’de battığı bilinen bu savaş gemisindeki yayların çekiş kuvvetleri 100-180 lbs (45 kg-81,5 kg) arasında değişmektedir. Karpowicz TSM koleksiyonundaki çekiş kuvvetlerini tespit ettiği yayların 80-180 lbs (36-81,7 kg) çekiş kuvvetinde olanların askerî amaçlarla kullanılmış olması gerektiğini düşünmektedir. Araştırmacının kendi yaptığı Osmanlı yayı replikalarıyla gerçekleştirdiği atış testleri[40] Osmanlı oklarının hızlarıyla ilgili sayısal verileri sağlamaktadır. Karpowicz’in bir atış makinasına monte ettiği yaylarla yaptığı ölçümlerde, 136 lbs (61,7 kg) çekiş kuvvetinde bir Türk tirkeş (savaş) yayı, 100 g ağırlığındaki oku 54,9 m/s hıza ulaştırmaktadır. Hesaplanan Ekin 151 J’dur. Aynı araştırmacının 72 lbs (32,7 kg) çekiş kuvvetindeki Türk tirkeş yayı 47,9 g oku 56,4 m/s hızla fırlatmaktadır. Hesaplanan Ekin 76 J’dur.
Fırlatılan herhangi bir merminin hedefteki etkilerine “terminal balistik etkiler” denir. Kinetik enerjisi bilinen bir merminin hedef üzerinde yaptığı harabiyet, merminin olduğu kadar hedef materyalinin karakterine de bağlıdır. Mesela okun insan ya da büyük av hayvanlarında öldürücü yara açabilmesi için derine penetrasyon yapması istenir. Bu sebeple de keskin kenarlı, üçgen veya yaprak formunda ok başlarıyla donatılır. Küçük hayvan avlarında ise, penetrasyonun azaltılması, künt travma etkisinin arttırılması amaçlanır. Bu doğrultuda, oku hedef doku içinde yavaşlatacak küt ve büyük çaplı uçlar kullanılır. Ok yavaşladıkça, taşıdığı kinetik enerji hedef dokulara şok dalgaları olarak yayılır. Demir vücut zırhlarını delmek için ise dikey kesiti üçgen şeklinde olan biz (ya da çuvaldız) formunda ok başları kullanılır. Ok başlarının formları ve ağırlıkları, yapıldığı materyalin metalurjik özellikleri (ok başı metal ise) okun taşıdığı kinetik enerjinin hedefe aktarılmasını değiştiren parametrelerdir. Ok gövdesinin yapıldığı materyal de değişik elastisite katsayıları sebebiyle penetrasyonu etkilemektedir[41]. Bu kadar çok değişkenin varlığı, terminal balistik etkileri sadece enerji hesaplamalarıyla tespit etmeyi imkansız kılmaktadır. İki silahın ürettiği kinetik enerji değerlerinin doğrudan karşılaştırılması da, yay ve tüfek örneğindeki açık farktan anlaşılacağı üzere, bu silahların sahadaki etkileri konusunda aydınlatıcı olmayabilmektedir. Gerçek koşulları mümkün olduğunca gerçekçi biçimde taklit eden deney modellerinin kullanılması şart olmaktadır.
Hedefin fiziksel özellikleri de terminal balistik etkinin belirlenmesinde kiritik rol oynamaktadır. Ateşli silah mermilerinin insan yumuşak dokusunda yaptığı hasarı tespit için balistik jelatin ve balistik sabun blokların kullanılması norm haline gelmiştir. Bu medya içinde oluşan hasar hacim ve derinlik olarak ölçülüp sayısal veriye dönüştürülmektedir. Ancak, en iyi test medyumu yeni öldürülmüş hayvanların vücutlarıdır. Bu test medyumunda yaranın hacimsel ölçümü teknik açıdan zor olmakla beraber, saplanma derinliği tam olarak ölçülebilmekte, ayrıca yara karakteri hakkında fikir edinilebilmektedir.
Ateşli silah mermilerinde, erken dönem küresel mermilerle geç dönem füze şekilli mermiler farklı yara morfolojileri oluştururlar. Küresel mermiler yara boyunca daralan bir koni, modern mermiler ise (doku içinde ilerlerken takla attıkları veya genişledikleri için) yara boyunca genişleyen bir koni formu oluştururlar.[42]
Balistik jelatinin, ateşli silah mermilerinden farklı olarak, ok yaralanmalarının simülasyonunda gerçekçi sonuçlar vermediği, hayvan dokusunda daha yüksek penetrasyon elde edildiği gösterilmiştir.[43] Ok yaralarıyla ilgili çok sayıda ve çok eskilere dayanan tarihî kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlar paleo-arkeolojik bulgulardan başlayarak değerlendirilebilir. Meselâ mezarlarda bulunan ok başlarının gömü hediyesi olabileceği gibi bazı olgularda medfûnun ölüm sebebi olabileceğine dair arkeolojik kanıtlar vardır. Nitekim, 1991’de Avusturya Alpleri’nde bulunan ve literatüre bulunduğu bölgenin (Avusturya-İtalya sınırındaki Ötztal) adına gönderme yapılarak “Ötzi” olarak geçen 5300 yaşındaki buzul mumyası, bulunmasından 10 yıl sonra tespit edilebildiği üzere, sırtından giren bir okla öldürülmüştür.[44] Ok yaralanmaları hakkında tıbbî kayıtlar Eski Yunan ve Roma’dan Ortaçağ Avrupa ve İslâm kültürlerine, Rönesans Avrupası ve hattâ 20. yüzyıl ikinci yarısına kadar takip edilebilmektedir. 19. yüzyıl sonunda Amerikan Kızılderili Savaşları, II. Dünya Savaşı, Vietnam Savaşı ve 1970’lerin ortalarında Papua Yeni Gine’deki iç savaş, ok yaralanmalarıyla ilgili iyi dokümante edilmiş tıbbî olgular sunmaktadır. Her deneysel tarih çalışmasında deney bulgularının tarihî kayıtlarla karşılaştırılması önemlidir ve ok yaralanmaları söz konusu olduğunda çok geniş bir zaman aralığına yayılmış belge bulmak mümkündür.
Yapılan bu çalışmada erken dönem uzun namlulu ateşli silahların balistik jelatinde 393 cm3 gibi büyük hacimli yaralar oluşturduğu; 8,5 m mesafeden 16. yüzyıl metal göğüs zırhını delip geçtikten sonra bile balistik sabunda 25 mm3 yara hacmi oluşturduğu belirlenmiştir. Aynı balistik sabuna modern 9 mm x 19 mm çapında tabancayla yapılan direkt atış 23 mm3 yara hacmi oluşturmuştur. Ölçümler, erken dönem ateşli silah mermilerinin yarattığı bu müthiş hasarın mesafe uzadıkça dramatik biçimde azaldığını göstermiştir.[45]
Buna mukabil yayla atılan oklar, balistik jelatinde 18-25 cm penetrasyon sağlarken; domuz kadavrasında yumuşak dokuda 31,5-60 cm, kemik vuruşlarında 11-16 cm penetrasyon sağlamıştır. Yassı ve keskin ok başları balistik jelatinde “ütü dalgası fenomeni” denilen bir etki yaratmış, geometrik büyüklüğünden geniş yara kanalı açmıştır. Ok gövdesi-ok başı bağlantısını kuvvetlendiren sinir (tendon) sargının vücut sıvıları tarafından eritildiği gözlemlenmiştir. Bu şüphesiz okun çıkarılması girişimini zorlaştıran, ok başının yara içinde kalmasına sebep olacak bir durumdur. Araştırmacılar, dokuda kalan ok başlarının bu derin yaraların bir kaç gün içinde tetanus, gangren gibi ölümcül anaerobik enfeksiyonlara mâruz kalmasına yol açacağını belirtmişlerdir.[46]
Sert doku veya medyumda (kemik dokusu ya da demir vücut zırhları, miğfer, kalkan gibi savunma silahları) yapılan çalışmalarda, kemik dokusunun PVC borular, sunta gibi malzemelerle simüle edildiği görülmektedir. Bahsi geçen çalışmada, domuz kadavrasında kaburgaların ok için herhangi bir engel teşkil etmediği, bütün test atışlarının kaburgayı kırarak geçtiği gösterilmiştir. 8-30 m mesafeden yapılan atışlarda meydana gelen şiddetli parçalı kırıklar da yine araştırmacıların gözlemleri arasında dile getirilmiştir. Çalışmada, hayvan vücutlarına yapılan test atışlarının kemikte yaptığı harabiyet ve penetrasyonun ölçülmesinin yanısıra, ok başlarının kemikten çıkarılma yöntemleri de araştırılmıştır. Araştırmacılar hayvanların diseksiyonunu takiben isabet alan kemiği dışarı çıkarmışlar, çoğu olguda ok başının kemikten ex vivo çıkarılmasının dahi mümkün olmadığını belirlemişlerdir. Ok başının kemikten çıkarılması için modern cerrâhî aletler yeterli olmayınca cerrahi olmayan pensler denenmiş, bu aletlerle de başarılı olunamamıştır. Araştırmacılar, ok başının kemikten çıkarılması mümkün olsa bile in vivo gerçekleştirilen cerrâhî işlemin hayâtî risk yaratacağını bildirmişlerdir.[47] Aynı çalışmanın sonucunda insan deri ve kemiklerinin domuzunkilerden ince olması sebebiyle, elde edilen penetrasyon ve kemik hasarı miktarının insan vücudunda daha fazla olacağı öngörülmüştür.
Bu veriler, 70 lbs (31,8 kg) çekiş kuvvetinde bir İUY ile yapılan atışlardan elde edilmiştir. Bizim saha testlerimiz de bu sonuçlarla uyumludur. Sürek avı sırasında vurulmuş yaban domuzunda yapılan penetrasyon testinde, 53 lbs (24 kg) çekiş kuvvetinde, sentetik malzemeden imâl edilmiş Osmanlı yayı replikasıyla 28 cm derinliğe ulaşılmıştır. Erişkin erkek yaban domuzlarının omuz bölgesinde, alttaki hayâtî organları koruyan kıkırdak bir plaka mevcuttur. Bu sebeple test medyumu olarak erişkin bir erkek domuz seçilmiştir. Ok vücudu bir yandan diğer tarafına kadar geçmiş, arka omuzdaki kıkırdak plakayı delerek derinin altına kadar ilerlemiştir. Yayla avcılığın yaygın olduğu ülkelerde yapılan çok sayıda saha çalışması da bu bulguları teyid eder niteliktedir.
Silahların sahadaki etkilerini sayısal veriler haline getirirken, savunma silahlarının simülasyonu için masif ahşap bloklar ve çelik levhalar kullanılmaktadır. Çalışmalardan birinde bir tabancanın penetrasyon testinde orijinal bir göğüs zırhı da kullanılmıştır.[48] Zırhların tarihî gelişimine bakıldığında, Ortaçağ’da yaygın kullanılan zincir zırhın yerini 14. yüzyıldan itibaren tek parça plaka zırhların almaya başladığı, zırhlar 1450’lere kadar demirden imâl edilirken bu tarihten sonra karbürleme, ısıl işleme tâbi tutma gibi metodlarla sertleştirildikleri görülmektedir.[49] Ayrıca zırhlar tasarım olarak da geliştirilmiştir. Zırhların sertlik derecelerinin ölçüldüğü bir çalışma[50] 1470-1510 yılları arasında imal edilmiş göğüs zırhlarının 120-220 HV (Vicker Sertlik Derecesi) sertliğinde, 1550’de imal edilmiş bir zırhın ise 220-240 HV sertliğinde olduğunu göstermiştir. Yukarıda sözü edilen, tabanca mermisinin penetrasyon testi için kullanılan göğüs zırhı 350 HV sertlik derecesindedir. Zırhların sertlik derecesinden başka kalınlığı da bir merminin durdurulmasında etkili bir parametredir. Eldeki örnekler, en yüksek kalınlıkların miğferlerde (3 mm), bunu takiben göğüs zırhlarında (2 mm) olduğunu, kol ve bacak zırhlarının daha ince olduğunu (1-1,5 mm) göstermiştir. Vücut zırhı tasarımları, tarihin her döneminde savunma ihtiyacıyla hareket kâbiliyeti arasındeki dengeyi koruyarak gelişmiştir. Çok kalın ve çok sert zırhlar savaşçıyı koruyabilir, ama hareket edemez hale getirir. Bu nedenle, zırh kalınlıkları istenildiği kadar arttırılamaz. Aynı sebeple, piyade zırhları suvari zırhlarından daha hafif yapılmaktaydı. Tarihî kayıtlarda, 16. yy’ın sonlarında arkebüzlerin her türlü göğüs zırhını delebildiği bildirilmektedir. Buna mukabil, II. Viyana Kuşatmasına ait bir günlükte, Osmanlıların ele geçirdikleri bir esirle ilgili sıradışı bir kayıt vardır. Esir üstündeki zırhın tüfek kurşunuyla bile delinemeyeceğini iddia eder ve Osmanlılar bunu zırh sahibinin üstündeyken denerler. Gerçekten de zırhın tüfek kurşunlarıyla delinemediği görülür.[51]
Yayın zırhlar üzerine etkisi değişik çalışmalarla ölçülmüştür. Perçinli ve perçinsiz zincir zırh, deri zırh, metal palakalardan oluşan zırh ve tek parça metal plakadan oluşan zırhın test medyası olarak kullanıldığı birçok çalışma vardır. Bunlardan biri, birçok zırh tipini ve değişik ok başlarını kapsaması açısından değerli bir çalışmadır.[52] Bu çalışmayı metod olarak üstün kılan diğer hususlar; İngiliz savaş yaylarıyla atılan okların 200 metrede taşıdığı kinetik enerjiyi 10 metre test atış mesafesinde taklit edecek yay-ok kombinasyonunun kullanılması ve zırhın iç kısmına giyilen çok katlı keten elbiseyi sümüle eden kumaş katlarının da ilâvesiyle test medyumunun daha gerçekçi hale getirilmesidir. Buna ek olarak, zırhın arkasına “hafızalı” bir tür kil, tabaka halinde konmuştur. Bu tür killer modern vücut zırhlarının test edilmesinde kullanılmakta ve hem penetrasyonu hem de penetrasyon gerçekleşmese bile zırhın arkasına aktarılan enerjinin vücutta yapacağı deformasyonun tespitine yaramaktadır. Bu killerin sertlikleri, elastik ve plastik modulusları insan vücudunu taklit edecek şekilde kalibre edilir. Bahsi geçen çalışmada, National Institute of Justice’in[53] modern vücut zırhlarının sertifikasyonu için verdiği azâmî penetrasyon ve vücut deformasyonu değerleri kriter alınarak, yapılan atışların “ölümcül sınır” da olup olmadığını sayısal veriler üzerinden tespit edilmiştir.
Çalışmanın sonucunda uygun ok başları kullanıldığında zincir zırhın hiç bir engel teşkil etmediği, plaka zırhların belirgin derecede koruma sağladığı, zırhın içine giyilen kıyafetin kumaş katlarının arttırılmasıyla penetrasyon ve deformasyonun hayâtî tehlike sınırlarının altında çekilebildiği gösterilmiştir.
Yayla atılan okun balistik jelatin, hayvan dokuları ve zırhlar üzerine etkisini araştıran çalışmaların hepsi İUY kullanılarak yapılmıştır. Bunların bazılarında savaş yaylarının çekiş kuvvetleri ve ürettikleri kinetik enerji temel alınmış, bazılarında daha düşük çekiş kuvvetinde yaylar kullanılmıştır. Osmanlı yayları, tasarımları ve yapıldıkları malzeme itibarıyla İUY’ına göre yüksek performans gösterirler. Osmanlı yayı uçbükümlü (recurve), dışabükümlü (reflex) profiliyle Asya tipi yayın en gelişmiş örneğidir. Bu profil, aynı çekiş kuvvetinde düz kollu bir yaya (İUY gibi) göre daha fazla enerji depolamasını sağlar. Kiriş bırakıldığında yayın depoladığı potansiyel enerji oka aktarılır. Enerjinin ne kadarının aktarıldığı hesaplanarak bir yayın “verim” i bulunur. Osmanlı yayının ahşap, sinir (tendon), boynuz ve tutkaldan müteşekkil kompozit yapısı, yüksek çekiş kuvvetlerinde daha düşük kütlede imal edilmesini mümkün kılar. Yay kollarının nispeten düşük kütleleri, yayın verimini arttırır. Karpowicz’e göre Osmanlı yayı tasarımında yaklaşık 70 lbs (31,8 kg) çekiş kuvvetinin üstüne çıkıldıkça, içbükümlü-dışabükümlü kompozit tasarımın düz kollu basit ahşap tasarıma üstünlüğü artar.[54] Nitekim, yapılan çalışmalardan elde edilen veriler bunu kanıtlamaktadır. 70 lbs (31,8 kg) çekiş kuvvetindeki bir İUY oku 40 m/s hızla atarken, 72 lbs (32,7 kg) çekiş kuvvetindeki bir Osmanlı yayı yaklaşık aynı ağırlıktaki oku 56,4 m/s hıza ulaştırmaktadır. Bu kinetik enerji farkı sebebiyle Osmanlı yaylarıyla atılan okların zırhlar üzerinde biraz daha yüksek performans göstermesi beklenebilir, ama elbette bunun deneysel çalışmalarla teyid edilmesi gerekir.
Bizim yaptığımız bir çalışmada (2008), kopma mukavemeti 430 N/mm2 olan (135 HV) 2 mm kalınlığındaki çelik levha 56 lbs (25 kg) çekiş kuvvetinde kompozit bir Osmanlı yayı replikasıyla, değişik ağırlıkta oklar ve ok başları kullanılarak, 8 ve 16 m mesafeden yapılan atışlarla delinmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre, bazı ok-ok başı kombinasyonlarıyla elde edilen penetrasyon hayâtî tehlike oluşturacak seviyededir. Bu çalışmanın test medyumu 15. yüzyıl zırhları için verilen sertlik derecesinin (120-220 HV) alt sınırına yakındır, ancak unutulmamaldır ki, kullanılan yay da savaş yaylarına göre çok düşük çekiş kuvvetindedir.
Jaroslaw Belza’nın 2009’da yaptığı ve esas olarak kundaklı yay (arbalet) ve yayın performanslarını karşılaştırmayı amaçladığı çalışmada[55] elde dövülerek yapılmış ok başları taşıyan Türk oku replikaları (26,5-34,9 gram), Türk yaylarıyla elde edilecek hızlar taklit edilerek hava basıncıyla fırlatılmıştır. Soğuk çekilmiş çelikten 2 mm kalınlıkta çelik plakada 0,6-4,6 cm penetrasyon sağlanırken; plaka kalınlığı 1,5 cm’e indiğinde, penetrasyon değeri 10 cm’e yükselmiş ve ölümcül yara oluşturacak değerlere çıkmıştır. Belza’nın araştırmasında Türk oklarının sert yüzeye isabetlerinde “kırılmadıkları takdirde” İUY için tespit edilmiş olan değerlerden “biraz daha iyi” penetrasyon sağlandığı gözlemlenmiştir, ancak delme performansı istikrarsız bulunmuştur. 4- Güvenilirlik: Güvenilirlik konusu, bir silahın kullanımında meydana gelebilecek fonksiyon hatâlarından, kullanan kişiyi tehlikeye sokabilecek teknik arızalara kadar geniş bir içerikte incelenebilir. Ağızdan dolma ateşli silahlarda ilk atıştan sonra namluda kalan kıvılcımın silahın ikinci defa doldurulması sırasında istenmeyen ateşlemeye sebep olması, sık görülen kazalardandır. Bu, özellikle silahın üstü üste hızlı doldurulması gereken durumlarda böyledir.[56] Ateşleme mekanizmalarından kaynaklanan ateşleme hatâları da sıktır. Fitilli tüfeklerdeki %50’yi bulan ateşleme hatâsı oranı, çakmaklı ateşlemeyle ancak %10’a düşmüştür. Fitilli ateşlemede, uzun ve yavaş yanan bir fitilin yanar halde tutulması, hattâ o dönemde ilk defa yakılması bile zordu. Fitildeki ateşi korumak, özellikle yağmur yağdığında imkânsız hale geliyordu. Barutun ıslanması durumunda da silah fonksiyon gösteremiyordu.[57]
Yay ise basit çalışma mekanizmasıyla daha güvenilir bir silahtı. Ateşli silahların kâbusu olan yağmur yaylar için de sorun teşkil etmekle beraber, basit ahşap yaylar çeşitli yağlar, mum ve verniklerle; kompozit yaylar deri, huş ağacı kabuğu ve verniklerle izole ediliyordu. Yayın kirişi de mumlanarak suya dayanıklı hale getiriliyordu (Kirişin kopma ihtimâline karşı, okçular yedek kiriş taşıyorlardı). Bu koruma, hafif yağmurlarda silahın fonksiyonuna devam etmesini sağlıyordu.[58] Elbette yağmur yağdığında kirişi çıkarıp yayı bir kılıfa koyarak korumak da mümkündü. Okların yelekleri tüyden yapılırdı. Tüylerin yağmurda ıslanması ok uçuşunu olumsuz etkileyebiliyordu ve istenmeyen bir durumdu. Yay yağmurda kullanılsa da atış anına kadar yeleklerin kuru tutulması gerekirdi.[59]
5-Silah eğitimindeki kolaylık: Yukarıda bahsedildiği gibi, gerek savaş yaylarının yüksek çekiş kuvvetleri gerek klasik yaylarda nişan almayı kolaylaştıracak düzeneklerin olmaması bu silahı düzenli eğitim gören, fiziksel olarak çok iyi durumda askerlerden oluşan profesyonel orduların silahı yapar. Zaten tarihî kayıtlar da bunu teyid eder niteliktedir. Batı’da okçu birlikleri iyi eğitim alan, iyi beslenen ve iyi para kazanan askerlerden oluşurken; Doğu’da yay, okçuluğu yaşam tarzının bir parçası yapmış olan çoban-savaşçının veya askerî elitin silahı olagelmiştir. Tüfek, erken dönemde doldurulması zor ve çok zaman alan bir silah olmasına rağmen, öğretilmesi daha kolay bir silahtır. Bu silahı kullanmaya yönelik beceri fiziksel kuvvetle ilişkili değildir ve kazanılmış beceri, antrenmansız kalındığında da büyük oranda korunur. Çeşitli kısıtlamalar ve yasaklara rağmen 17. yüzyıldan itibaren ateşli silahların reâyâ arasında da yaygınlaşması[60] ve “hazır tâlimli” tüfekli paralı askerlerden kurulu “vatandaş ordu”lara geçilmesi bu özelliklerin sonucudur.
6-Tedârik kolaylığı: Yay ateşli silahlarla karşılaştırıldığında, özellikle kompozit yay kullanılan Osmanlı coğrafyasında, ateşli silahların daha hesaplı olduğu görülmektedir. Osmanlı menzil yaylarının (savaş yaylarından daha kaliteli spor yaylarıdır) yapımının 1 ilâ 3 yıl sürdüğü bilinmektedir. Kompozit yay yapımının ileri derecede ihtisaslaşma gerektirmesi ve kullanılan hammaddelerin bazılarının ithâl ediliyor olması da şüphesiz ateşli silahların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Bozkır kağanlıklarının ortadan kalmasıyla kompozit yay yapan merkezlerin ve ustaların azalması da sebepler arasında sayılmaktadır.[61] Barutun imâlat ve tedâriki okunkine göre kolaydır. Tüfek fındıkları eritilmiş kurşunun iki parçalı kalıplara dökülmesiyle kolaylıkla yapıldığı için, aynı anda çok sayıda mermiyi dökmek teknik olarak mümkündür. Hattâ büyük çaplı, yivsiz namlulu musketlerle gerektiğinde taş, çivi, vb. gibi objeleri düşmana atmak mümkündür. Ok yapımı ihtisaslaşma gerektirdiği gibi, üretim zamanı ve mâliyeti yüksektir. Ayrıca cephanenin savaş alanlarına taşınması meselesi de vardır. Ok hem daha çok yer tutar hem taşınırken dikkatli olmayı gerektirecek kadar hassastır. Yay-ok kombinasyonundan azami verim elde edebilmek için yay ve okun birbirine uyumlu olması gerekir ki askerî amaçla üretilen savaş oklarında muhtemelen bu mümkün değildi.
Yay ve ateşli silahların bahsi geçen bu özelliklerinin tümü, ateşli silahlara geçiş sürecini açıklığa kavuşturmak için ileri sürülen tezlerde, teker teker veya bir arada argüman olarak kullanılmıştır. Bu tezlerden bazılarının, kontrollü deneyler ve bunların sonucunda elde edilen sayısal veriler yardımıyla sınanması mümkün olmaktadır.
Tarih yazıcılığının tabiatından kaynaklanan zaaflar, modern tarih araştırmacısının belge bulma, bunu transkripte-tercüme etme ve yorumlama şeklinde özetlenebilecek bilgi arayışında büyük karanlık noktalar oluşturmaktadır. Deneysel tarih, gerek belgedeki bilginin güvenilirliğini test etmekte, gerekse bu bilgiyi yorumlamakta son derece işe yarayacak verileri toplamayı sağlayan bir disiplindir. Pozitif bilimler tutarlı metodlarıyla, deneysel tarih çalışmalarına güvenilir ve vazgeçilmez bir altyapı imkânı sunmaktadır.
[1] Gad Rausing, The Bow: Some Notes on Its Origin and Development (Manchester: Simon Archery Foundation) 1997 İçinde: Obermaier: Paleolitische Felskunst S. 177 ff. Obermaier y Werbert 1919. Hernandez-Pacheco 1924. [2] Gad Rausing, The Bow: Some Notes On Its Origin and Development (Manchester: Simon Archery Foundation) 1997. [3] Hubert Sudhues, Wundballistik bei Pfeilverletzungen, Westfaellische Wilhelms-Universitaet Münster, Tıp Fakültesi, Adlî Tıp Enstitüsü, Doktora Tezi, 2004. [5] Volkan Kaynaroglu, Yusuf A. Kılıç, Archery Related Sports Injuries, Sports Injuries, Prevention, Diagnosis, Treatment and Rehabilitation (Eds.) Mahmut Nedim Doral, Reha Tandoğan, Gideon Mann, Rene Verdonk, XXVIII, 2012, Springer. [8] Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey (İstanbul) 2006; Muharrem Kesik, At Üstünde Selçuklular-Türkiye Selçukluları’nda Ordu ve Savaş (İstanbul: Timaş Yayınları) 2011. [10] Halime Doğru, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaya-Müsellem-Taycı Teşkilatı (XV. ve XVI. Yüzyılda Sultanönü Sancağı) (İstanbul: Eren Yayıncılık) 1990; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtında Kapıkulu Ocakları, 2 Cilt (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları) 1988, I. Cilt; Halil İnancık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları) 2009. [12] Gábor Ágoston, Military transformation in the Ottoman Empire and Russia, 1500-1800, Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 12, 2 (Spring 2011). [14] İsmail Hakkı Uzunçarşılı., A.g.e. ; Ünsal Yücel Türk Okçuluğu (Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları) 1999. [15] Emine Erdoğan Özünlü Ayntâb Sipahileri/ Bir Osmanlı Sacağında Sipahi Olmak (1530-1647) (Ankara: Berikan Yayınları) 2011; Donald Ostrowski, The Replacement of the Composite lex Bow by Firearms in the Muscovite Cavalry, Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History, Volume 11, Number 3, Summer 2010. [16] Gervase Phillips Longbow and Hackbutt: Weapons Technology and Technology Transfer in Early Modern England, Technology and Culture 40,3 (1999). [17] Ünsal Yücel, A.g.e.; Gábor Ágoston, Barut, Top ve Tüfek/Osmanlı İmparatorluğunun Askeri Gücü ve Silah Sanayisi, (İstanbul: Kitap Yayınevi) 2006. [19] Peter Krenn, Paul Kalaus, Bert Hall, Material Culture and Military History: Test Firing Early Modern Firearms, Material History Review, 42 (Fall 1995). [21] J.D. Latham, J.D., William F. Paterson, Taybugha, Saracen Archery: An English Version and Exposition of a Mameluke Work on Archery (ca. 1368), Holand Press, 1970; Nabih A. Faris, Robert P. Elmer, Arab Archery, An Arabic Manuscript of about A.D. 1500: A Book on the Excellence of the Bow and the Arrow and the Description Thereof, Kessinger Publishing, 2007.; Ünsal Yücel, A.g.e. [23] Murat Özveri, “Turkish Archery, Technique and Tackle” Bow International, Ed. Number: 45, 50-53. [24] Güvenli olmamasına rağmen, erken dönemde falya barutu namlunun içindeki baruttan önce yerleştiriliyordu. [30] Yayın savunmaya dayalı stratejilerde kullanıldığı Batı’da çok fazla ok kullanılmazdı. Mesela Ortaçağ İngiliz okçusu savaş alanına 12 okla giderdi. Oysa yayın saldırıya dayalı stratejilerde kullanıldığı Doğu’da okçuların çok fazla ok taşıdıkları bilinmektedir. [31] Charles William Chadwick Oman, Ok, Balta, Mancınık, Ortaçağ’da Savaş Sanatı, 378-1515 ( İstanbul: Kitap Yayınevi) 2002. [32] H. Ahmed Schmiede, Kitab-ı Dede Korkut Destanları’nın Dresden Nüshası (Ankara: Türkiye Diyânet Vakfı Yayınları) 2000. [33] Mûcidi olan Claude Etienne Minié’nin soyadıyla anılan Miniémermisi 1846’da icad edildi. Modern mermiler gibi füze şekilliydi ve arkası kubbe şeklinde içbükey oyulmuştu. Çapı, atıldığı tüfek namlusunun çapından küçüktü. Barutun yanmasıyla oluşan gazlar merminin arkasındaki kubbeye çarpınca çekirdek genişliyor ve namlu içindeki yivlere oturuyordu. Böylece, namlu ağzından içeri itilmesi zor olmayan ama atış sırasında genişleyip yivlere oturan bir tasarım ortaya çıkmış oluyordu. [37] Adam Karpowicz, Ottoman bows-An assessment of draw weight, performance end tactical use, Antiquity 81: 313, 2007, S. 675-685. [38] Yayların çekiş kuvvetlerinin ölçümünde uluslararası norm, yay kirişini yayın sırtından 71 cm (28 inch) geriye getirebilmek için kirişe asılması gereken ağırlığın tespit edilmesidir. İngiliz libresi yaygın olarak kullanılan birimdir, ama “kg” kullanan yazarlar da vardır. [39] Ann J. Stirland, The Men of the Mary Rose, Cf., Strickland & Hardy Hastings to the Mary Rose”, 30, 199; Robert Hardy, The Longbow İçinde: Arms, Armies and Fortifications in the Hundred Years War, ed. Anne Curry and Michal Hughes (Woodbridge, UK: Boydell, 1994), 179. [40] Adam Karpowicz’in yay testleri ve sonuçları için bkz. http://www.atarn.org/islamic/Performance/Performance_of_Turkish_bows.htm [41] Roy S. Marlow, Timeless Bowhunting: The Art, the Science and the Spirit (Mechanicsburg: Stakepole Books) 2003, 2-6 ve 29-31.. [49] Craig Johnson, Some aspects of the metallurgy and production of European armour, Armoured Proceedings Symposium Notes, 1999 (Bkz. http://www.oakeshott.org/metal.html). [50] Peter N. Jones, The Metallography and Relative Effectiveness of Arrowheads and Armor During the Middle Ages, Materials Characterization 29:111-117 (1992). [52] Mattheus Bane, English Longbow Testing Against Various Armor circa 1400, www.currentmiddleages.org [53] Amerika Birleşik Devletleri’nde Birleşik Devletler Adâlet Departmanı’nın (NIJ) araştırma, geliştirme ve değerlendirme ajansıdır (Resmî web sitesi için bkz. http://nij.gov/). [54] Adam Karpowicz, The Mass of Bows, Journal of the Society of Archer-Antiquaries, 50, 49-51, 2007. [58] Kompozit yaylar hava sıcaklığı ve nemden etkilenir. Ama yayı fonksiyon göremez hale getirecek düzeyde nemden çok daha azında fitilli tüfekler kullanılmaz hale gelir. |