Posted by admin in on 14th 08 2012
Ashmolean Müzesi 28 Temmuz 2012Yazan: Adnan Akgün Hava durumu tahminlerinin aksine güneşli başlayan bir cumartesi sabahı, eşimle birlikte Londra’dan Oxford’a giden trene bindik. 1 saat 10 dakikalık bir yolculuktan sonra Oxford tren istasyonuna vardık. Oradan da kısa bir yürüyüşle müzeye ulaştık. 1600’lü yılların başında temellerinin atıldığı bilinen Ashmolean Müzesi, müze görevlilerinden aldığım bilgiye göre Avrupa’nın en eski müzesi olma özelliğine sahip. Prehistorik dönemlerden günümüze farklı kültürlerden toparlanmış mevcut koleksiyon, insanı zaman ve mekanda gerçekten uzun bir yolculuğa çıkartıyor. Çin ve Japon kültürünün sanatta ve zanaatta ortaya konulan özgün ve zarif eserlerini, Antik Yunan’ın heybetli heykellerini, Eski Mısır’dan kalma mumyaları, İslam dünyasının dokuma ve kitap süsleme sanatlarını, Türk çinileri ve kıyafetlerini, Avrupa sanatının eşsiz tablolarını ve daha birçok başka eseri görmek mümkün. Bunun yanısıra neredeyse her gün çeşitli aktivite ve seminerler düzenleniyor. Daha fazla bilgiye bu adresten ulaşılabilir: http://www.ashmolean.org/ Biz müzeye girdiğimizde Hilary ile birlikte Mick ve Carol Pearce çoktan tanıtım standını ve yay yapım atölyesini kurmuşlardı. Hatta, Hilary sağolsun, üzerinde Türk yay yapımını anlatmamı kolaylaştıracak alet edevatın, boynuz, sinir gibi bilumum malzemenin olduğu ayrı bir masa bile hazırlanmıştı. Ben de masaya, kurulu yayımı, tirkeşimi, kendi hazırladığım ve bastırdığım broşürleri ekledim. Günün ilk birkaç ziyaretçisine Türk Okçuluğunu anlatmıştım ki, Hilary’nin yapacağı konuşmanın başlangıç saatini kaçırdığımızı fark ettim. Apar topar konuşmanın yapıldığı salona gidip, konuşmanın kalan yarısını dinledik. Hilary, Uzun Yay yapımı ile ilgili yaptığı konuşmanın sonuna Uzun Yay’ ın Güney Amerika, Afrika gibi başka coğrafyalarda da kullanımına ilişkin saydamlar eklemişti. Ayrıca ilginç olan, bu saydamlardaki çekiş tekniklerinin İngiliz çekiş teknikleriyle benzerlikler taşımasıydı. Günün bir başka kârı, konuşmaya Mark Stretton’ın da davet edilmiş olmasıydı. Mark, çektiği 200 librelik İngiliz Uzun Yayı ile adını Guinness Dünya Rekorları kitabına yazdırmış (http://www.guinnessworldrecords.com/records-1/heaviest-longbow-draw-weight/), bunun yanısıra bilgisiyle de hayranlık uyandıran bir kişi. Hilary ile ortak yaptıkları zırh penetrasyon testlerinin ağır çekim videolarını izlemek oldukça zevkliydi. Dahası Mark, penetrasyon testlerini hareketli hedefler üzerinde de denemiş ancak yapılan çalışmanın telif durumunu bilemediğim için paylaşmayacağım, mesafe/penetrasyon grafiğinin hayli şaşırtıcı olduğunu belirtmekle yetineyim. Takdir edilmesi gereken bir başka konu da zırh ve hareketli hedef yapımı için harcanan çaba. Zırhı ortaçağa özgün teknik ve imkanlara sadık kalarak Hector Cole imal etmiş. Atıyla yaklaşan şövalye mizanseni yaratmak için ise motorla çalışan dört tekerlekli bir aracın üstüne zırhı yerleştirip uzaktan kumandayla Mark’ a doğru sürmüşler. Günün geri kalan kısmında Hilary müzenin bir köşesinde kurulmuş olan yay yapım atölyesinde meşgulken ben, Mick ve Carol, okçu Yunan tanrısı Apollo’nun dev bir heykelinin altına kurulu standımıza uğrayan ziyaretçi ve meraklılarla ilgilendik. Standın bir yanında Kızılderililer dahil batının geleneksel okçuluğu anlatılırken, ben de Asya, Türk ve Osmanlı okçuluğunu anlattım. Bu sırada Maltepe stadında edindiğim eğitmenlik tecrübesinin çok işime yaradığını belirtmeliyim. Gün boyu sadece Tatar yayıyla (zemberekli yay) ilgili gelen bir soruda teklediğimi hatırlıyorum. Yine de insanların samimi ve sürekli ilgisine doyurucu karşılık vererek bu işin altından alnımın akıyla çıktığımı düşünüyorum. Müze görevlilerinden daha sonra aldığımız geribildirim de bu yönde zaten. Hatta etkinlik o kadar çok beğenilmiş ki, mümkün olan en kısa sürede bir ikincisinin yapılması için Hilary’ den talepte bulunmuşlar… Ben standın başında dururken, sevgili eşim Yonca da beni bolca fotoğrafladı, arta kalan zamanlarda da müzeyi gezerek hem resimler çekti hem de müze hakkında bir fikrimizin oluşmasını sağladı. Zira ben, görev yerimi sadece öğlen yemeği yemek ve daha sonra 10 dakika gezmek için terk edebildim. Kendisine katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Kapanış saatinde eşyaların toparlanmasına yardımcı olduktan sonra ben ve Yonca, üniversite kenti Oxford’da kısa bir tur atmak üzere herkesle vedalaştık. Bulduğumuz küçük bir kafede ben bira ve pipo keyfi yaparken, Yonca kapuçino ve sigara keyfi yapmayı tercih etti. Bir iki fotoğraf daha çektikten sonra trene atlayıp evimize döndük. Etkinlik boyunca desteğini bizden esirgemeyen müze personeline, özellikle Jude Barrett ve Alison Roberts’a, bilgi ve tecrübesini paylaşan Mark Stretton’a, günü olduğundan daha da keyifli hale getiren takım arkadaşlarım Mick ve Carol Pearce’e ve beni davet ederek, Türk Okçuluğu’nun Ashmolean Müzesi gibi önemli bir mekanda tanıtılmasını sağlayan Hilary Greenland’ e çok teşekkür ediyorum. Etkinliğin fotoğraf albümüne aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: Hazırladığım broşüre buradan ulaşabilirsiniz: |