Posted by admin in on 2nd 11 2011
Türk Kılıcı Tarihi ve Gelişimi Üzerine Kısa DeğerlendirmeAlper Serdar Kılıç, tarihi, insanlığın metalle tanışması kadar kadar eski olan ve belki de insanı, paylaştığı gezegendeki canlılardan ayıran en önemli güdülerinden biri olan olan çatışma kavramını tanımlayan silahtır. Metal bileşimi, yapısal ve teknik özellikleri, boyut, şekil ve kullanım tekniği açısından çarpıcı bir çeşitliliğe sahip olsa da kılıç “Bıçaktan uzun namluya takılı bir kabzanın, bir tür koruma parçasıyla tamamlandığı kesici silahtır” olarak tanımlanabilir. Bundan yaklaşık 12.500 yıl önce son Buzul Çağının etkileri ortadan kalkmaya başlarken ortaya çıkan doğa-canlı yaşam döngüsünün getirdiği değişim, dünya üzerinde birbirinden görece habersiz yaşayan insan topluluklarının da dolaşım-göç hareketlerini etkilemiştir. Bu durum, insan gruplarının birbirleriyle daha sık karşılaşmasına ve kaçınılmaz olarak çatışmalarına sebep olmuştur. Bir çatışmada hasmına galip gelme çabasındaki insan, erken dönemde muhtemelen taş ve sopadan oluşan donanımını sürekli geliştirme arayışına girmiştir. Bu süreçte kılıcın yukarıda tanımlandığı biçimiyle ortaya çıkışı, tarih öncesinde kullanılan materyalin, kılıcın yapısal ihtiyaçlarını mukavemet bakımından karşılayamaması sebebiyle Bronz çağına tarihlenebilir. Genellikle namlunun tam ortasından geçen bir omurga etrafındaki tabakadan oluşan, namlu ve kabzanın bütünlük arz ettiği bu kılıçlar (Resim.1), insan toplulukları arasındaki çatışmaların niteliğini değiştirmeye başlamıştır. Görece küçük ve sosyolojik sebeplere (dini, törensel, kadın, vb.) dayanan çatışmalar, zaman geçtikçe düzen ve yapı olarak ordu sayılabilecek topluluklar arasında, politik motivlerle (toprak, kıymetli maden, ticaret hakimiyeti vb.) gerçekleşmeye başlamıştır.
Demir cevherinin yaklaşık M.Ö. 1200’lerde işlenmeye başlamasıyla, öncüllerine nazaran daha dayanıklı ve ucuz silahlar üretilmeye başlanmıştır. Artık insan toplulukları arasındaki çatışmalar, savaşı politik amaçların uzantısı olarak gören ve bir toplumu Clausewitz’in tanımıyla “Askeri ufkun altında-üstünde” olarak tanımlayan “Gerçek Savaş” kavramına göre şekillenecektir. Bol ve güçlü olan demir madeninin işlenmeye başlaması, tüm savaş aygıtlarıyla birlikte, özellikle kılıcın boyutlarını hızla etkilemiştir. Ölçüleri büyüyen-değişen kılıç, artık kültüre göre de yapı ve şekil farklılıkları arz etmeye başlamıştır. Buna ek olarak kılıç formlarının tarih içerisinde değişen morfolojisinin, insanoğlunun korunma güdüsüyle birlikte zırh kullanımını da yönlendirdiğini-şekillendirdiğini söylemek doğru olacaktır. Temelde icâdı Kelt kültürüne atfedilen zincir zırhın kullanımı Roma uygarlığıyla devam etmiş ve kesintisiz olarak 13.yy’a kadar sürmüştür. Kopis olarak adlandırılan ve şeklen Türk Yatağan’ını andıran kılıç türü, antik Yunan kültürüyle ilişkilendirilmekle birlikte, aslında İber bölgesine atfedilen Falceta’nın devşirilmiş bir türüdür. Yunan kültürünün temel kılıç formu aslında ise Xiphos (Resim.2) adı verilen kısa kılıçtır.”
Benzer form Roma kültüründe de görülmekte olup, bir başka klasik kısa kılıç olan Gladius (Resim.3) göze çarpmaktadır. Kılıç uzunluğunun, bölgede sonradan ortaya çıkacak örneklere nazaran düşük olması, kılıcın her iki kültürde de çatışmada uzun menzilli silahlarların kullanımını takiben temasa dayalı angajmanda ikincil silah olarak kullanılmasıyla açıklanabilir.
Güney İtalya’da yerleşik Yunan kolonilerinden devşirildiği genel kabul görmüş olan Roma savaş şekli, Yunan kültürünün yüz yüze savaş kavramının geliştirilmiş halini teşkil etmektedir. Bu çatışma biçimi aşağı yukarı geç Ortaçağ’a kadar Avrupa kültürünün savaş biçimini etkilemiş ve biçimlendirmiştir. Bu surette Batı kılıç formlarının, zaman zaman aykırılıklar görülse de genel itibarıyla düz, uzun, enli ve görece ağır örnekleri ortaya çıkmıştır. Ewart Oakeshott tarafından oluşturulan Oakeshott kılıç tipolojisi (Resim.4), Batı Roma’nın yıkılışından Rönesans dönemine kadar hemen tüm Batı kılıç tiplerini sınıflandırmıştır.
Yaklaşık 13.yy’a kadar enli ve namlu boyunca oluk taşıyan kılıç tipleriyle beraber (soldan sağa kronojik olarak) , metal işleme teknolojisindeki gelişmeyle birlikte plaka zırhlar ortaya çıkıp kullanılmaya başlamıştır. Düz kılıcın yapısal tanımlarına ait diagram Resim.5’te verilmiştir.
Kılıç üzerinde biriken kanı toplayarak, kılıcın keskinliğini çatışma esnasında korumaya yaradığı yaygın inanışının aksine, temel işlevi namlunun ağırlığını azaltıp dengesini ayarlamak olan namlu oluklarının, kılıç enindeki daralmayla birlikte önce uzunlukları azalmış, sonrasında ise oluk kullanımı ortadan kalkarak, kılıcın namlusu tamamen zırh delmeye uygun olarak yapılmaya başlamıştır. Bunun sonucunda kılıç namlusunun enine kesidi ve elmas şeklinin varyantlarına dönüşmüştür. Benzer kılıç tipleri, özellikle Memlük menşeli olmak üzere doğu toplumlarında da mevcuttur. Batı tarzından tamamen farklı olarak, Doğu ve özellikle Orta Asya kültürünün çatışma biçimi genel itibarla hız, manevra kabiliyeti, taktik saldırı-çekilme stratejisine dayalıdır. Bu farklılıklar sebebiyle, kültürlerin kılıç formları arasındaki farklar ortaya çıkmıştır. Konuyla ilgili ilk Türk araştırmacısına ait eser olarak Bahaeddin Ögel’ e ait olan makaleye göre (Resim.6) göre Doğu’ya özgü bir silah olan eğri kılıcın menşei Altay’dır (Arendt’in konu hakkında kapsamlı araştırması da detaylar için incelenebilir). Türk kılıcının ilk formlarının tespit edildiği bu bölgeden elde edilen buluntular, tek ağızlı, namlu eğimi fazla olmayan, eğim ve namlu ucu itibariyle kesme hareketinin yanında delici darbelere de imkan verecek biçimde yapılmış kılıçlara işaret etmektedir. Farklı kaynaklarda, aynı dönem ve bölgeye ait farklı kılıç geometrilerine rastlandığı ifade edilmesine karşın, bunların genel formun yanında her zaman görülebilen ârızî formlar olduğu düşünülebilir.
Erken dönem Türkî kılıcına en çarpıcı örnek, menşei tam olarak belirgin olmamakla birlikte, bir varsayıma göre Şarlman’a Avar kavimlerinden hediye olarak sunulduğu, başka bir varsayıma göre ise Atilla’nın kılıcı olarak değerlendirilen ancak halihazırda Şarlman’a atfedilen ve Viyana Güzel Sanatlar Müzesi’nde muhafaza edilmekte olan kılıçtır (Resim.7). Hafif eğimli bir namluya sahip olan kılıcın, Türk kılıcının alâmeti olan yalman’ın erken örneğini sergilediği görülmektedir. Namlu ucuna bakıldığında ise, kılıcın kesme amacının yanında delici darbelere de imkan verecek şekilde tasarlandığı görülmektedir. Kabza ise, daha sonraki dönemlerde de sıkça rastlanan ve batılı literatürde Türk-Moğol kılıcı olarak tanımlanan kabza yapısına iyi bir örnek teşkil etmektedir.
|