Posted by Emre Metilli in on 1st 06 2022
Kollajen Yapılı Hayvansal Tutkallar Çerçevesinde Sinir (Çega-Tendon) Tutkalının Yapımı ve Teknik ÖzellikleriFurkan FİDAN Furkan Fidan, 2000 yılında Tekirdağ’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. 2014 yılında Tim Piatek’ten ilham alarak kendisine yaptığı PVC yayla ilk atışlarına başladı ve 2019 yılında Tirendâz’la tanıştı. Aktif olarak Gemi-Elektroniği sektöründe Radyo sörveylik yapan Furkan, hâlen Marmara Üniversitesi Elektrik-elektronik mühendisliği bölümünde eğitimine devam etmektedir. Özet Hayvan dokularından elde edilen kollajen[1] yapılı organik tutkallar, insanoğlu tarafından kullanılan yapıştırıcıların ilk örneklerindendir. Bunlar, çeşitli yöntemlerle hayvan dokularından elde edilen maddelerin suda benmari[2] usulü pişirilmesi ile ortaya çıkan glütenli[3] yapışkan maddelerdir. Bu tutkallar, hayvan derilerinin, bağ dokularının, (tendon) kemiklerin ve balıkların damak derisi (dokusu) veya hava kesesinden[4] türetilen ve doğal makromoleküllerden oluşan polimerlerdir.[5] Hayvan derisinden elde edilen tutkal; hayvan derisi ve kemiklerinin temel bileşeni olan kollajenin hidroliziyle[6] ayrıştırılan proteinlerdir. Kollajen, hayvan tutkalı ve jelatin ile çok yakın ilişkilidir. Hayvansal dokulardan elde edilen tutkallar; domuzların, kuzuların, keçilerin, atlar ile sığırların deri ve kemiklerinden hazırlanırdı. Kemiklerden elde edilen tutkallar, yüksek inorganik maddeler ve yağ içerdiğinden dolayı hayvan derilerinden elde edilen tutkallara göre daha kalitesizdir. Hülasa, belirli bir amaca uygun bir yapıştırıcı seçmek için özelliklerinin iyi anlaşılması gerekir. Bu yazımızda belirli fiziksel, kimyasal ve mekanik özellikleriyle sinir (çega[7]-tendon) tutkalı üzerinde duracak, Osmanlı kemangerlerinin ok-yay yapımında kullanmasından, yapımı ve teknik özellikleri ile ilgili konulara değinmeye çalışacağız. Giriş Tutkallar, “yapıştırıcılar” adı verilen daha büyük bir ailenin parçasıdır. Çoğu yapıştırıcı kimyasal bazlıyken, tutkal, genellikle organik bileşiklerden yapılır.[8] Bu terimler günümüzde sık sık karıştırıldığı için zamanla iki ayrı terim, tek bir terime indirgenmiş ve çoğu yapıştırıcıya hâlâ “tutkal” denilmeye devam edilmiştir. Nesnelerin yapıştırılmak amacıyla kullanılmasının tarihteki ilk örnekleri M.Ö. 4.000 yılına kadar uzanmaktadır. Fakat tutkallar, sadece birden fazla nesneyi birbirine yapıştırmak amacıyla değil (en azından ilk zamanlar) mağara duvarlarına çizilen resimlerin kalıcı olması için de kullanılmıştır. Nitekim 70.000 yıl önceye tarihlenen ve Güney Afrika’da bulunan mağara resimlerinin üzerlerinde reçine ve toprak boyanın karışımından elde edilen tutkal tabakası gözlemlenmiştir.[9] Bu ilk sanatçılar, çalışmalarının kalıcı olmasını istedikleri ve resimlerinin zamanın aşındırıcı etkisine karşı koyabilmesi için, kullandıkları boya ile tutkalı karıştırma yoluna gitmeyi seçmişlerdi. Babilliler zamanında heykellerin göz kürelerini yuvalarına yapıştırmak için katran benzeri bir yapıştırıcı, Mısırlılar ise mobilya, fildişi ve papirüs yapıştırmak için hayvansal yapıştırıcılar kullanmışlardır. Ok ve yay yapımında çokça kullanılan ve elastike özelliğinden dolayı tercih edilen bu tutkalın, Osmanlı’lar tarafından da yay ve ok yapımında kullanıldığını söyleyebiliriz. Araştırma yapan arkeologlar tarih öncesinde ölen kişilerin yanında, birlikte gömüldükleri toprak eşyaların, çömleklerin, kırıldıktan sonra yapıştırıcı özelliği olan çeşitli ağaç reçineleriyle tamir edildiğini belirtmişlerdir. Yapıştırıcılar insanoğlu tarafından binlerce yıldır bilinip kullanılmasına rağmen, günümüzde kullandığımız yapıştırıcı teknolojisinin büyük bir kısmı son yüzyıl içerisinde geliştirilmiştir. Özellikle plastomerin[10] bulunuşu, yapıştırıcı formüllerinde hızlı ilerlemeleri de beraberinde getirmiş ve kimyacılara yapıştırıcıların özelliklerini geliştirme fırsatı vermiştir. Yapıştırıcı ve yapıştırılacak nesne arasındaki yapışma olayı; oldukça karmaşık reaksiyonları ve birçok değişkeni içermektedir. Yapışma fiziksel olarak tutkalın, küçük gözeneklerin içine nüfuz etmesiyle veya kimyasal reaksiyon mekanizmalarıyla gerçekleşebilir. Tutkal ve malzeme arasında kimyasal etkileşimler zayıf (elektrostatik kuvvetler) veya güçlü kimyasal bağlar (iyonik, kovalent) ile ilişkilidir. Fakat bunun kovalent bağdan ziyade hidrojen[11] bağıyla ilgisi daha çoktur. İlerleyen bölümlerde buna değineceğiz. Şekil 1: Monomer molekülleri polimerizasyon tepkimeleriyle birbirine bağlanararak iri polimer moleküllerine dönüşürler 1. Osmanlı Kompozit Yay Bileşenlerine Kısa Bir Bakış Bilindiği üzere Osmanlı kompozit yayları dört temel bileşenden müteşekkildir. Bunlardan ilk olarak ele alacağımız bileşen, yay ustalarının[12] genellikle Bolu Gerede bölgesinden tercih ettikleri (acer campestre) akçaağaçlarıdır.[13] Mustafa Kani Bey, Osmanlı yay ustalarının tecrübeleri sonucunda bu tercihe yöneldiğini, Anadolu’da farklı bölgelerde yetişen akçaağaçların da kullanıldığını ancak Rumeli’de yetişen ağaçların makbul olmadığını ifade eder. Yay ustalarının deneme yanılma yöntemi ile akçaağaçta (özellikle de Ova türü) karar kılmalarının sebeplerinden bir tanesi de bu ağaç türünün, tutkalı iyi emmesinden ileri gelmektedir.[14] Ağaçların sertliklerine göre 5 gruba ayrıldığını biliyoruz. Sertlik derecesi 6.5 kg/mm2’ye kadar olan ağaçlar “Sert Ağaçlar” grubundandır ve bu gruba, gürgen, meşe, dişbudakın yanı sıra akçaağaç da dahildir. Tutkalı iyi emmesinin avantajlarını ilerleyen sayfalarda değinmek üzere şimdilik noktalayacağız. Kompozit yay yapımında kullanılan bir diğer bileşen de boynuzdur. Boynuz, keratinden oluşur ve keratin de hayvan dokularının temel proteinlerinden biridir. Bunlar, yayların karınları için mükemmel bir malzemedir zira molekülleri arasındaki kimyasal bağların sağladığı kompakt yapı sayesinde çok yüksek sıkıştırma kuvvetine karşı durabilirler. Osmanlı-Türk yaylarında Manda boynuzu kullanılırdı diyerek noktalayacağız zira konunun duru bir şekilde anlaşılması için verilen “konu dışı” tavizlerin faydasından çok zararını istemeyiz. Binaenaleyh, daha fazla bilgi için Sn. Adam Karpowicz’in “Osmanlı Türk Yayları İmalatı ve Tasarımı” [15]adlı eserine başvurulabilir. Kompozit yayların üçüncü bileşeni ise sinirdir. Sinir (aşil tendonu) mandaların ayak toynaklarından diz kapaklarına kadar olan kısımdan elde edilir. Aşil tendonu için özel bir ihraç bölgesi olmasa da Mustafa Kani Bey, Telhis-i Resailat-ı Rumat adlı eserinin “Der ta’rif-i Boynuz” bölümünde “Asitanei aliyye hafazakellahu min cemi’i afati’l-beliyye civarında vakı’ çiftlikatlarda olan ineklerin sinirleri cümle bilada fayıkdır”[16] diyerek İstanbul çevresindeki çiftliklerden yetişen mandaların tendonlarının daha makbul olduğunu aktarmıştır. Tahminimizce buralardan getirtilen tendonları tercih etmelerindeki en büyük etken, daha uzunca imal edilmesi olmalıdır. Tendonlar çok kuvvetli ve elastik bir malzeme olan kollajenden oluşur. Zira kollajen olmadan yay imalatı da pek mümkün olmazdı. Bu moleküller ve protein “iplikleri” hidrojen bağları sayesinde birbirine tutunur. Velhasıl, hayvan bacağından çıkartılan tendonlar (ki Osmanlı Kemangerleri yay yapımında sadece bacak tendonu kullanmışlardır) birkaç haftalık kuruma sürecinden sonra mermer taşın üzerinde çemşir denilen tokmak yardımıyla dövülür. Bu dövme işleminin amacı tendon liflerini bir arada tutan yapışkan malzemeden kurtulmaktır.[17] Yumuşatılan tendon el ile didiklenme işlemine geçilerek tel tel ayrılır ve demir tarak vasıtasıyla taranarak teller inceltilir. Bu didikleme ve tarama safhasının başlangıcından bitişine kadar bir miktar fire verilir; işte bizim bugün burada anlatacağımız konunun çıkış noktası da tam olarak buradan başlamaktadır. Ele alacağımız son bileşenimiz ise bütün bu nesneleri mükemmel bir şekilde bir arada tutan tutkaldır. Osmanlı Kompozit yaylarında balık tutkalı, deri tutkalı[18], çağa veya çega tutkalı kullanılırdı. Balık tutkalı Mersin balığının hava kesesi ve damak dokusundan elde edilirdi. Balığın hava kesesi ve damağı bıçakla çıkartılır, kuruduktan sonra İstanbul’a gönderilirdi.[19] Balığın büyüklüğüne bağlı olarak bu parçalar iki avuç kadar olabilirdi. Balıktan elde edilen bu hava keseleri kuru haldeyken yarı saydam renkte olurdu. Bir diğeri ise ilerleyen sayfalarda detaylıca değineceğimiz ve adını Gelibolu’da bulunan Çega Köyü’nden alan sinir tutkalıdır. Yukarıda bahsedilen aşil tendonunun uç kısımlarından arta kalan, didikleme esnasında fire verilen parçalarının kaynatılmasıyla elde edilen tutkaldır. Ayrıca, Osmanlıda tutkal imalatından sorumlu bir tutkalcılar loncası mevcuttur.[20] Ancak yay ustaları, bu tutkalı hiçbir zaman ihraç ve ithal etmezler, asıl ustalığın, tutkalı imal edebilmekten geçtiği düşüncesiyle kendi tutkallarını kendileri pişirirlerdi.[21] Osmanlı yay ustaları manda derisi ve kulağı kullanarak da tutkal yapmaktadır. Ancak yayların hemen hepsinde, tendonların artan kısımlarından elde edilen çega (sinir) tutkalı ve balık tutkalı kullanılırdı. 2. Sinir (Tendon-Çega) Tutkalının Yapısı ve Teknik Özellikleri Tutkal, tendon, deri ya da mesanenin suda ısıtılması ile elde edilir. En iyi sonuçları elde edebilmek için taze malzemeler kullanarak işe başlamak gerekir. Yayın, ahşap, boynuz ve sinirden sonra hayati bir diğer yapı taşı da tutkaldır. Yay yapımında kullanılan tutkal sadece, esas maddesi kollajen olan hayvan dokularından imal edilir. Kollajen suda ısıtıldığında parçalanır ve yapışkan bir solüsyon oluşturur. Dünyanın hemen hemen her yerinde binlerce yıldır bilinen bu yapışkan, hayvan derisi, hayvan tendonu, balık mesanesi, balık derisi ve kemikten imal edilir. Tabii bu neviden imal edilen her tutkal yay yapımı için uygun değildir. Tutkalın yapışma ve tutunmadan ziyade esneme kat sayısı da oldukça önem arz etmektedir. Potansiyel ve kinetik enerjinin toplamına adını veren mekanik kuvveti sağlamanın en iyi yolu, soğuduğu zaman jelleşen bir tutkal üretebilmektir. Protein moleküllerinin sıcak suda dağınık bir şekilde hareket eder. Soğuma olunca bu temel moleküller bir ağa benzeyecek şekilde tekrardan birbirine bağlanır ve jel yapıyı oluşturur. Bu ağ yapı içerisinde su sıkıştırılır ve hareketsiz hale gelmiş olur. Malzemenin kazanacağı mekanik kuvvet ve tutkalın sertliği, moleküllerin birbirlerine jel yapısındaki bağlara benzer bağlar kurarak bağlanabilmiş olmasına göre değişiklik gösterir. Bahsi edilen bağ; Hidrojen bağıdır. Sayın Adam Karpowicz ile yaptığım elektronik posta konuşmalarında kendisine “Tutkalın jelleşmesine neden olan şeyin, tutkalın yavaş yavaş soğutulması mı yoksa içerisindeki suyun buharlaştırılması mı?” sorusunu yönelttiğimde şu cevabı vermişti: A. Karpowicz: “Her ikisi de; hem soğuma hem de buharlaşma. Moleküller ılık suda yüzer ve sıcak olduklarından, henüz kendilerine tutunamazlar. İlgili bağlanma yerleri, tutkalın sıcaklığının 25-30 dereceye düştüğünde, moleküller bir ağ oluşturmak için “hidrojen bağları” aracılığıyla bağlanmaya başlar, hareketsiz hale gelir ve sıvı tutkal, bu 3B ağ içinde hapsolmuş halde kalır. Bu jelleşmenin başlangıcıdır.” Jelleşme süreci, tutkalın ısı derecesi 25-35°C (santigrat) düşünce başlar. Bu dereceyi belirleyen husus da tutkalın imal edildiği malzemedir. Fakat jelleşme sürecini etkileyen diğer bir faktör ise yukarıda da bahsettiğimiz üzere buharlaşma olayıdır. Buharlaşma, difüzyon, konveksiyon veya rüzgar tesiriyle meydana gelir. Hazırlanan tutkal çözeltisi ne kadar yoğun olursa moleküller arası mesafe o denli az olur, bu da jelleşme sürecini hızlandırır, ayrıca burada bahsedilen jelleşme sürecinin tutkalın yapım safhasında olmadığını, uygulanış safhasında olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu safha kesin olarak birbirinden ayırılmadığı için çoğu zaman anlam ve bilgi karmaşıllığına sebebiyet vermektedir. Yaptığım ilk tutkal denemelerinin bazılarında başarısız olmamın altında, tutkalımın içerisindeki suyu buharlaştırmadan jelleşmeye bırakmış olmam yatıyor. Çünkü tutkalın jelleşmesinden önce kademeli olarak içerisindeki suyu buharlaştırmak, jelleşmesi için gereken zamanı kazandırır; aksi takdirde suyu buharlaşmayıp, sıvısını kısmen atmamış tutkal jelleşmeden çürüyecektir.[22] Eğer yaz aylarında tutkalınızı hazırlıyorsanız tutkalınızın içerisindeki su kolayca buharlaşacaktır fakat tutkalınızı kış aylarında yapacaksanız tutkalınızın içerisindeki suyu buharlaştırmak için, plastik kaba döküm işlemi gerçekleşmiş tutkal elektrikli soba önünde bekletilebilir bu size oda sıcaklığını verecektir (havadar bir ortam da tercih edilebilir). Aşağıya burada anlattığım tezin doğruluğunu destekleyecek mahiyette iki fotoğraf ekliyorum. (Şekil 2 ve 3) Moleküller arasındaki hidrojen bağlarının kuvveti arttıkça tutkalın daha iyi kimyasal bağıntılar kurduğunu da eklemekte fayda vardır. [23] Ayrıca bu durumun tutkalın yapım esnasındaki pişirilme süresiyle son derece ilgili olduğunu söyleyelim. Sinirden ve hayvan derisinden yapılan tutkalın daha yüksek oranda nemli bir ortama götürüleceği varsayılırsa sıcak iklimler için hayvan derisi ve sinirden, soğuk ve daha nemli iklimler için ise balık dokusundan üretilen tutkalların kullanılması tutkalın uygulanış safhasında kolaylık sağlar. Çünkü çalışma esnasında tutkalımızın jelleşmesini istemeyiz. Bu esnada tutkalın sıvı kalması çalışma süremizi arttıracaktır. Bu yüzden tutkalın uygulanış safhasında benmariye koyduğumuz tutkal kabının sıcaklığının derecesi 45°C’nin altına düşmemelidir. Aksi takdirde tutkalın içerisindeki bağlar tekrardan birbirleriyle yakınlaşıp 3B bağlar kuracaktır. Bu da tutkalınızın fazla yoğun olmasına sebebiyet verecektir. Buradaki tutkal/su oranı 1/3 oranında kullanılabilir. Eğer tutkal memeli hayvan dokusundan yapılıyorsa deri ya da sinir (çega) tutkalı arasında pek fark olmaz. Bu tutkallar en hızlı jelleşen tutkallardandır ve bu yüzden nesnelerin birbirine yapışması yakından gözlemlenebilir. Osmanlı Türk yay ustaları genelde saf sinir (çega) tutkalı kullanırlardı. Bunun içine de ithal ettikleri mersin balığının damak derisini ekerlerdi. Bunun temel nedeni, tutkalın jelleşme süresini ve yapışma performansını istenilen duruma getirmek istemeleridir. Örneğin tutkalınızın daha fazla jelleşmesini isterseniz ya deri ya da sinir tutkalı ekleyebilirsiniz. Buradaki asıl mesele yerel hava şartlarına bağlı olarak, aynı tutkalın başka başka davranışlar gösterdiğine şahit olunabilir. Eğer üretimin yapıldığı ortam sıcaklığı 30°C (santigrat) civarlarındaysa ve tutkalın jelleşmesi isteniyorsa yapılacak tutkalın içerisine deri veya sinir tutkalı eklemesi yapılabilir. Aynı şekilde ortam sıcaklığının düşük olduğu bir durumda ise balık tutkalı eklenmesi tutkalın jelleşmeden önce geçen süresini uzatır. Türk yay ustalarının genelde saf sinir (çega) tutkalı kullandığını ve bunun içine de ithal ettikleri mersin balığının damak derisini eklediklerini söylemiştik, bu malzeme Tuna, Dinyeper ve Volga ırmaklarından gelirdi. Eklenen bu malzemenin adına da “yaruk yelim” denirdi[24] Atölyelerde üretilen saf sinir (çega) tutkalı, deri tutkalı gibi ticari ürünlerden daha sıvı olur. Çünkü ticari ürünlerde uzun süren ısıtma ve yavaş jelleşme hedeflendiği için kollajen dokusu daha fazla çözünür. Kollajen dokusunun daha fazla çözünmesi tutkalın içerisindeki hidrojen bağlarının birbirlerinden uzaklaşması ve bağıntının kuvvetini düşürmektedir. Tutkalın kazanacağı mekanik kuvvet ve tutkalın sertliği moleküllerin birbirlerine jel yapısındaki bağlara benzer bağlar kurarak bağlanabilmiş olmasına göre değişiklik gösterdiğini ve bunun hidrojen bağı olduğunu ve bu bağıntının kalitesi tutkalın kuvvetini de etkilediğini söylemiştik. Deriden ve kulaktan da tutkal elde edildiği biliniyor ama en iyisi sinir (çega) sonra da paça[25] tutkalıydı. Tutkal ne kadar açık renkli olursa o kadar saf olduğu anlaşılırdı. ( şekil 4)[26] Ayrıca benmaride uzun süre “pişirmek” de tutkalın rengini belirleyen faktörlerden bir tanesidir. Bu arada kulaktan ve deriden bahsetmişken kemik tutkalının da yay yapımında kullanılmaması gerektiğini belirtmeliyiz. Zira bu tutkal çok fazla kontamine[27] olmuştur ve yay için zayıf kalır. Şekil 4: Soldan sağa doğru, pişirilme süresi artırıldığında oluşan renk skalası. Kollajen yapılı tutkallar mükemmel birer yapıştırıcıdır. En az boynuz kadar sertlik katsayısına (MOE)[28] sahiptirler. Yani kuru bir organik tutkal parçasını bükmek bir parça boynuzu bükmek kadar zordur. Bu iki malzeme arasındaki fark çatlamadan ve dağılmadan bükülme yetenekler arasındaki farktır. Tutkal daha küçük gerginliklerde kırılacaktır ancak yine de, %3’e kadar dayanacaktır. Sinir ise %20 genişlemeye kadar dayanır, keza boynuzda %20’lere kadar dayanabilir. Ancak her tutkal kırılmaya karşı bu denli dayanıklı olmayabilir. Eğer daha kuvvetli olsun diye tutkalın kendi yapısı içerisinde bağlar kurulmasına izin verilmezse ileride tutkal çatlar ve kırılmaya yatkın olur. Kurumadan önce jelleşen tutkal ise kendi yapısı içerisinde bağlar kurmuş demektir. Jelleşme özelliğinin önemli olmasının sebebi işte budur. Tutkal kuruyana kadar sıvı tutulursa bu kuvvetli bağlar oluşmaz. Bu da birbirine yapıştırılan yüzeylerin kuruyana kadar ısıtılması ile olur. Bu takdirde ise tutkal daha zayıf olur. Aşırı kaynatılmış tutkal, çürüme yöntemi ile sulandırılmış tutkal ya da kireç veya üre gibi kimyasallarla katkılandırılmış tutkallar jelleşmezler ve hiçbir esneyen birleşme noktası[29] için kullanımları doğru değildir. Bu “akışkan tutkallar” yani piyasada üretilen “raf ürünleri”nin yay üretimi için tercih edilmemesinin esas sebebi budur. Ayrıca epoksi reçine gibi sentetik yapıştırıcılar da yay yapımında kullanılmamalıdır. Zira bu tür yapıştırıcılar dengeleme işlemi sırasında uygulanan ısıya dayanamazlar ve yay üzerinde oluşan gerginliklere karşı da dayanıklılıkları zayıftır. Kısaca, jelleşmemiş olan tutkal kendi yapısı içerisinde bağlar kuramaz, bu da onu kırılmaya müsait bir hâle getirir. Tutkalın kuruyup su yapıdan dışarıya çıkmasıyla moleküllerin birbirine yaklaşması olayı esnasında oluşan bağlar hidrojen bağlarıdır. Bunun bir polimerizasyon süreci olmadığını da söylemekte yarar vardır. Eğer öyle olsaydı moleküller arasındaki bağlar da hidrojen bağlarından çok daha kuvvetli olan “kovalent” bağları oluştururlardı. Öte yandan hidrojen bağları da bir fark yaratacak kadar kuvvetli bağlardır. Hidrojen bağları tüm protein dokularını bir arada tutan bağlardır. Yani, tutkal bu bağları daha iyi oluştursun diye bazı işlemlerden geçirmeliyiz. İlerleyen bölümlerde ise bu işlemlere değinip tutkalın hazırlanışına ve yapımına değineceğiz. Çok az nemli hava koşullarında, tutkalın yapısı çok sert olur çünkü su tutkal için plastizise[30] olarak çalışır ve kuru havada yeteri miktarda tutkalın içine su giremez. Çok kuru bir tutkalda hareketsiz hale gelen moleküller, kendilerini kimyasal bağlar oluşturacak şekilde hareket ettiremez. Yani tutkalın özelliklerini en üst seviyeye çıkartabilmek için, tutkalın kurumasını kademeli ve zamana yayılmış bir halde yapmak gerekir. Türk yay ustalarının yaptıkları yayları nem oranı çok yüksek olan mağaralarda tuttukları ve böylece yayların aşırı kurumasının önüne geçtikleri söylenir.[31] Belki malzemenin bu özelliğinden faydalanabilir ve tutkalı yüksek nemli bir ortamda yavaşça kurumaya bırakabiliriz. Tabi ki de bağıl nemli bir ortamda taze sinirleri eklenmiş bir yayı bırakmak çok iyi bir fikir olmayacaktır zira nemli tutkal çürüyebilir. 3. Sinirin Hazırlanışı ve Sinir Tutkalının Yapımı 3.1 Sinirin Çıkarılması ve Hazırlanışı[32] Kasaplar, dizlerden kesilmiş ve “paça” denilen bacak satabilir. Sinirin bacaktan alınma işlemi çok fazla meşakkatli bir iş olmasa da el alışkanlığınız yoksa insanı zorlayabilir. Fakat birkaç sinir çıkarma işleminden sonra süreyi 3-4 dakikaya indirebilirsiniz. İlk önce ucu sivri bir bıçakla derisini yüzdüğünüz bacağın, deri ve bağlantı dokusu arkadan kesilir. Şekil 5 ve 6: Öküz paçasının derisinin yüzülmesi işlemi Derisi yüzülen öküz paçasının arkada bir, önde bir ve ön-yanlarda ikişer tane olmak üzere toplam dört (4) sinir parçası bulunmaktadır. Bunlara ek olarak da ön siniri bir kılıf gibi kaplayan bir tendon parçası da vardır. (Şekil 7) Şekil 7: Bir öküz paçasından çıkan sinir parçaları. Soldan sağa doğru ön-yan, ön, ön-yan, arka kılıf ve arka sinir. Hem ön hem de arka ayağın tendonları kullanılabilir; ama arka ayakların tendonları daha kalındır (şekilde görüldüğü üzere). Kısa tendonlar hem yay için hem de tutkal için kullanılabilir, bu yüzden kısa da olsa uzun da olsa tendonları toplamak gerekir. Osmanlı yay ustalarının sadece bacak tendonu kullandıklarını da unutmayalım. Taze kesilmiş tendonları arka bacakta esasen iki parça halinde (tendon ve tendon kılıfı) bulunurken, ön bacakta üç (3) parça olur. Tüm tendonlar ayrı parçalara bölünür ve tendonları kaplayan doku mümkün olduğunda yağ ve zardan temizlenir. Bu temizleme işlemi için sabunlu suda durulayabilir yahut 30 dakika boyunca asetona[33] batırabilirsiniz. (şekil 8) Osmanlı yay ustalarının sinirleri yağdan ayırmak için aseton kullandıklarına dair herhangi bir kaynağa rastlanılmaz nitekim aseton ilk olarak Andreas Libavius tarafından 17. yüzyılın ortalarında kurşun asetatın damıtılmasından elde edilmiştir. Osmanlı yay ustalarının inek siniri yerine öküz siniri kullanmalarının altında bunun yattığı aşikardır. Zira öküzün tendonlarını ineğe tercih etmelerinin sebebi, öküzün, ineğin tendonlarına oranla hem daha az yağlı hem de kuvvetli olmasıdır. Ardından tendonları ipten yapılmış ataşlar vasıtasıyla ipe asıyoruz. Şekil 8: Sinirlerin kuruduktan sonra asetona batırılması işlemi Şekil 9: Dört adet öküz bacağından çıkan sinir parçaları Yaptığımız denemelerden birinde, iki adet sinirin birini bakır tel ile diğerini ise iple asarak kurumaya bıraktık. Bakır tel ile astığımız sinirin, bakır tele reaksiyon göstererek kararma yaptığını tespit ederken, ip ile astığım sinirde herhangi bir renk değişikliği veya tepkime görmedik. [34] Şekil 9.1: Sol taraftaki sinir ip ile, sağ taraftaki sinir bakır tel ile asılmıştır. Tendonlar çıkartılıp kuruması için serin ve havadar bir ortamda ipe asıldıktan yaklaşık 10-14 gün içerisinde kurumaktadır.(Şekil:10-11) Kuruma süresinin ortamın genel nemliliğine bağlı olarak değiştiğini belirtmekte fayda vardır. Kurumuş tendonlar kehribar renginde ve saydam olur. Kuruduktan sonra bile yağ parçacıkları, tendonun uç kısımlarında kalmış oluyor. Bu yağ parçacıklarını bir bıçak yardımıyla kesip atabilirsiniz fakat bu işlem sinirinizin boyunu kısaltabilir. Bunun yerine yağ parçacıklarından kurtulmak amacıyla tendonlarınızı yaklaşık 30 dakika boyunca asetonda bekletebilirsiniz. Ayrıca dövülmüş tendonlarınızı da asetonda bekletirseniz tendonunuzu didikleme işlemi daha kolay gerçekleşebilir. (Şekil:8) Şekil 10: Kuruması için ipe asılmış sinirler Şekil 11: Kurumuş sinir Kuruyan ve ipten alınan tendonlar bir çekiç yardımıyla beyaz ve yumuşak bir hale gelene kadar dövülür. Bu dövme işleminde eski ustalar ağaç çekiç (tokmak) kullanırmış fakat biz dövme işlemi sırasında tahta çekiç yerine demir çekiç kullandık. Eski ustaların ağaç çekiç kullanmalarının sebebi sanıyoruz ki demir çekicin, sinirin liflerinde oluşturabileceği hasarı en aza indirgemektir. Fakat dikkatli bir şekilde dövüldüğünde buna gerek kalmadığını da gözlemlediğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dövme işleminin amacı tendon liflerini bir arada tutan yapışkan malzemeden kurtarmaktır. Yeteri kadar dövülen tendonlar daha sonra el ile didikleme aşamasına geçirilir. Tendon liflerinin telleri ne kadar ince olursa o kadar iyi olur çünkü ince teller daha yumuşak olur ve incelik arttıkça tutkalın emilimi de artar. Fakat çok fazla ince yapmak da iyi değildir; 1-2mm incelik, erişilebilecek en iyi incelik ölçüsüdür, bundan daha ince teller kırılmaya müsait olur. Didikleme esnasında her bir tendonda yaklaşık %10 ila %15 kadar ziyan olur. Bu zayi edilen kısımları tutkal yapmak için kullanılır. Şekil 12: Kurumuş sinirin dövülme işlemi, orta kısım dövülmemiştir. Şekil 13: Didiklenmiş sinirin destelenmiş ve zayi edilen parçaları Sinirler didiklendikten sonra boyutlarına ayrılıp destelere ayrılır. Zayi edilen parçalar ise bir kenara ayrılarak tutkal yapımı için bekletilebilir. Şekil 14: Soldan sağa doğru dövülmüş sinir, didiklenmiş sinir ve tutkal için hazırlanmış zayi edilmiş sinir yumakları 3.2 Sinir (Çega) Tutkalının Yapımı ve Aşamaları Tutkalın, tendon, deri ya da mesanenin suda ısıtılması ile elde edildiğini ve en iyi sonuçları elde etmek için de taze malzemeler kullanılarak işe başlanması gerektiğini yukarıda söylemiştik. Kullanıma girene kadar durduğu yerde donacak kadar kötü kalitede olan tendonları bir kenara koymakta fayda var. Zayi edilen ve biriktirilmiş sinir yumakları yumuşaması için 24 saat saf suda bekletilir. Bu emilim için son derece önemlidir. Ayrıca hayvansal yapıştırıcıların çözünürlüğünün metale temas ettiğinde zayıfladığını da söyleyelim.[35][36][37] Şekil 15-16: Sinir parçalarının saf suda bekletilmesi ve bekletildikten sonraki hali Yaklaşık 24 saat boyunca plastik kabın içerisindeki saf suda bekletilmiş olan sinir parçaları bir günün sonunda işleme hazır hale gelmiş olur. Benmari usulü pişirilmesi gereken tutkal için ağda makinesi tercih edilebilir. Daha büyük boyuttaki tutkal için sıcaklığı ayarlanabilir kazan tercih edilmesi daha iyidir. Şekil 17: Soldan sağa, plastik kabın içerisinde sinir, cam kavanoz, ayarlı ısıtıcı Sıcaklık derecesi 55-60 °C’a getirilen suyun içerisine yarım daireyi andıracak bir plastik kap veya cam kavanoz koyulur. Kullanılacak bu kap kase şeklinde (kürenin yarısı) olursa daha iyidir. Çünkü üzeri ısınacak su içinde kalacak olan bu kap bu şekilde olursa dengesizlikten dolayı devrilmez. Şekil 18: 1. saatin sonunda blenderdan geçirilen tutkalın arta kalan posası bir elek vasıtasıyla süzülür ve tutkal bir plastik kaba boşalılır Blenderdan geçirilme safhası esnasında tutkal kabının üstünde oluşan köpükler tahta bir kaşık vasıtasıyla alınır. Şekil 19: Blenderdan geçirilme safhası esnasında tutkal kabının üstünde oluşan köpükler tahta bir kaşık vasıtasıyla alınır. Posası bir kenara atılan tutkal, boşaltıldığı plastik kaptan hızlıca alınır ve ısıtıcıya tekrardan koyulur ve tekrardan 1 saatlik pişirilme safhasına bırakılır. Toplam 2 saatin sonunda tekrardan Blenderdan geçirilen tutkal tabanı geniş bir plastik kaba dökülmek üzere ısıtıcının üzerinden alınır. Şekil 20: 2. saatin sonunda tabanı geniş plastik kaba döküm işlemi Biz bu işlem esnasında tutkal dolu kavanozumuzun ağzını sık dokunmuş bir bezle sararak döküm işlemini gerçekleştiriyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken iki husus vardır. İlki, tutkalınızı döktüğünüz kabın yağ ve kirden arındırılmış olmasıdır. Çünkü yağ, metal gibi şeyler organik tutkalın kimyasını bozmaktadır. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus ise döktüğünüz tutkalın yüksekliğidir. Ben bu işlem esnasında döktüğüm kabın içerisindeki tutkalımın yüksekliğini sürekli gözlemlerim, bu uygulamada tutkalımın yüksekliğini 0.5 cm dökmüştüm. Tutkal ne kadar yüksek dökülürse jelleşmesi de o kadar güç olmaktadır. İdeal yükseklik 0,5-0,7 diyebilirim. Şekil: 21: Tutkalın, tabanı geniş bir plastik kaba döküldükten sonraki yüksekliği Tutkal, tabanı geniş bir plastiğe döküldükten sonra 25-35 °C’de jelleşmeye bırakılır. Fakat şu unutulmamalıdır; benmari usulü ısıtma yaparken hazırladığımız karışım kaynayacak kadar ısı alamaz, bu husus çok önemlidir. Zira bu karışımın asla kaynamaması gerekir. Eğer kaynarsa tutkal çok zayıf bir tutkal haline döner. Kaynatılarak moleküller yapısı hasar görmüş bir tutkal bağıntı kurabilecek şekilde jelleşemez, sünmeğe ve kırılmaya yatkın olur. Ayrıca 2008 yılında Viyana Teknik Üniversitesi’nde yapılmış bir çalışmaya göre tutkalın mukavemetinin en iyi sağlandığı pişirme süresinin 2 saat olarak saptanmıştır.[38] Şekil 22: Tutkal blokları hava alması için kesilmiş vaziyette Yaklaşık 3-4 günlük jelleşme sürecinden sonra plastik kaptan çıkarılan tutkal, desteler halinde kesilip, kesme şeker boyutunun yarısına denk gelecek vaziyette ufak küplere kesilebilir. (Şekil 23)[39] Ardından küp haline getirilmiş tutkal küpleri, bir fırın kağıdının üzerine serilerek birkaç gün boyunca güneşte bekletilir ve ileride kullanmak üzere cam bir kavanozun içerisine koyulur. Şekil 23: Tutkal bloklarının küp halinde kesilmesi Şekil 24: Fırın kağıdının üzerinde havalandırma işlemi Şekil 25: İleride kullanılmak üzere kavanoza alınmış tutkal parçaları Şekil 26-27: Kullanıma hazır sinir tutkalı. Referanslar 1. Kollajen kelimesi, Yunanca yapıştırıcı anlamına gelen κόλλα (kolla = yapıştırıcı) sözcüğünden gelmektedir. |