Günümüzde Geleneksel Yaylar İle Avcılık ve Türk Kompozit Yayı 2.Bölüm




2.Bölüm: Günümüz Avcılığında Geleneksel Yaylar ve Türk Yayı-

Dr. Murat Özveri

Günümüzde yayla avcılık dünyanın bazı ülkelerinde kanunen serbesttir. Ancak yay ve okun ateşli silahlar kadar yüksek olmayan enerjisi ve durdurma gücü, “avcılıkta etik” ile ilişkili sorunları gündeme getirdiğinden, ciddi ülkelerin hepsinde konuyla ilgili sıkı bir mevzuat vardır. Elbette, bu mevzuatın uygulanmasında, yürütme ve yargı kadar sahadaki avcı da titizlik gösterir. Bu sayede, meselâ ABD’nde, artan avcı sayısına rağmen popüler av hayvanlarının popülasyonu 1960’lardan itibaren artış göstermiştir.

Yayla avlanılan ülkelerin çoğunda, geçen sayıdaki yazımızda bahsettiğimiz ve birçoğunuzun âşinâ olduğu makaralı yaylar norm haline gelmiştir. İlk makaralı yayın patenti 1966 yılında alınmış, teknolojisi devamlı gelişerek 2000’li yıllara mükemmel bir atış makinası olarak gelmiştir. Bu yaylar, çekiş kuvvetini avcının lehine değiştirerek fizik kuvveti yetersiz olanların da av için gereken kuvvetli yayları kullanmasına olanak tanımıştır. Makaralı bir yayda, tam çekişe gelen okçunun kirişi tutarken uygulaması gereken kuvvet klasik yaylardakinin tersine, artacağına azalır. Bu, av yaylarını kullanmak için gereken fizik kuvvet gereksinimini ortadan kaldırmıştır. Yayın üzerine takılan nişangâh, tıpkı bir yivli tüfekteki gibi nişan almayı sağlar. Tüfek mermisinden çok farklı olan ok balistiğini kontrol altına almak için birçok tasarım değişikliği ve üzerlerine ilâve edilen çok sayıda aksesuar da bu yayları çok isabetli ve çok yüksek hızda atış yapan birer makinaya dönüştürmüştür. Ne var ki, geleneksel okçuluk aşığı bizler için, makaralı yay yay değildir!

Bilinçli ve kurallara uygun avlanma, bizde ve toplum bilinci gelişmemiş ülkelerde ağıza pelesenk edilmiş bir klişeyken, gelişmiş ülkelerde hem habitatı korumanın hem av turizminden hatırı sayılır bir gelir ve isim elde etmenin yolunu açmıştır. Avcılıkta etik ayrı bir yazının konusudur. Biz yay ve okla avcılıkta, bu silah kombinasyonunun zaaflarına istinâden, avın çabuk ve acısız öldürülmesi meselesi üzerinde duracağız. Yaralı giden bir hayvan yarım kalmış bir iş ve başarısız bir avcılık olmasının yanında, bir canlıya gereksiz acı çektirmektir de. Bu sebeple, doğru-düzgün her avcının avlayacağı hayvana uygun silah ve cephane seçmesi, silahı üstünde azamî hâkimiyet sağlayacak ön hazırlıkları yapması ahlâkî bir sorumluluktur. Bu hazırlıklardan biri düzenli tâlim, diğeri teorik bilgiyle donanıp bu bilgiyi saha şartlarını en iyi hale getirmek için kullanmaktır. Ateşli yivli ya da yivsiz silahlarla avlanan hepimiz, çekirdek özelliklerinden dolunun şarjına, nişan alma sistemlerinden namlu şoklarına kadar sayısız faktörün avda başarı şansını nasıl etkilediğini biliyoruz. Silah-cephane kombinasyonumuzun avlanılan ortamın florasına ve iklimine, uygulanan avlanma metoduna göre dikkatle seçilmesi gerektiğini de. Av her şeyden önce tecrübe ve şans işidir, ama ne kadar çok teknik parametreyi dikkate alırsak, başarı şansımız o kadar artar.

Bütün bu bilgiler ışığında aslında ideal olan, kanunların izin verdiği ölçüde, teknolojinin sağladığı en gelişmiş av silahını kullanmaktır. Yay 15.000 yıl boyunca insana karnını doyurmak ve maalesef hemcinslerini öldürmek için hizmet etmiştir. Etkili bir silah olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak, yerini tüfeğe bırakmasının geçerli sebepleri vardır. Dolayısıyla; eğer düzenli tâlim yapan bir okçu değilseniz, kuvvetli av yaylarını çekebilecek fizik kuvvete sahip değilseniz, yay-ok kombinasyonunuzu avcılık gereksinimlerine göre akord etme bilgisine sahip değilseniz, yay kullanımına uygun avlanma yöntemini gerçekçi bir tavırla seçemiyorsanız, size tüfekle avlanmaya devam etmenizi tavsiye ederim. Bu zikrettiğim şartları, tarihî ve pratik sebepleriyle tek tek ele almaya çalışacağım.

Yay, kullanması tüfeğe göre çok daha zor bir silahtır. Ordularda tüfeğe geçiş, yayın erken dönem ateşli silahlara göre çok daha üstün balistik özellikleri haiz olmasına rağmen gerçekleşmiştir. Başlarda, ateşli silahları tanımayan düşmana sürpriz etkisi yapması ve zırhlı düşmana karşı daha etkili olması, tüfeği tercih sebebi olabilir. Ancak 19. yy ortalarına kadar yay, yivsiz musketlerden daha isabetli ve üst üste daha hızlı atış yapabilen bir silahtır. Yivli tüfekler 17. yüzyıldan itibaren vardır, ama yaya göre daha uzun menzilli ve isabetli olsalar da kullanımları avcılar ve keskin nişancı birlikleriyle sınırlı kalmıştır. Çünkü ağızdan dolma namluların karabarut artıklarıyla hızla kirlenmesi, yivli bir namluyu ikinci ve üçüncü defa doldurmayı azap haline getiriyordu. Savaş şartlarında üst üste atış yaparak düşmanı baskı altına alma, bu tüfeklerin çok sayıda asker tarafından koordine şekilde ve ard arda ateşlenmesiyle sağlanabiliyordu. Onun için yivliler savaş alanlarında yaygınlaşamadı. Ancak avda yivlilerin üstünlüğü kendini hemen gösterdi. Tek bir tane de olsa nereye gideceği belli, hem de hayli yüksek kinetik enerji taşıyan kurşunlar, av sahalarını domine etti. Yine de İlk başlarda yay ve ok isabetlilik bakımından, yivli çok kötü uçuş özelliklerine sahip yuvarlak kurşunlarla yarışabilecek durumdaydı.

 

Avrupa zırh-Paris-Askeri Müze

Tüfeğin ordularda yaygınlaşması, profesyonel ordulardan “vatandaş ordular”a geçişle ilgilidir. Bizim coğrafya için konuşacak olursak, küçük yaşta devşirilen ve zorlu bir eğitimden geçirilen çocuklar fizik kuvvet ve tâlim gerektiren silahları rahatlıkla kullanabiliyorlardı. Yeniçeriler, kapıkulu sipahileri gibi elit askerler böyleydi. Sivillerden asker devşirilmeye başlanmasıyla, kısa bir eğitimle kullanılabilecek, fazla fizik kuvvet gerektirmeyecek silahlara ihtiyaç duyuldu. Tüfek, bunun için biçilmiş kaftandı. Birkaç haftalık bir eğitimle ateş etmeyi öğrenebilen acemi sivillerle karşılaştırıldığında, eski savaşçılar iyi ok atabilmek ve katı savaş yaylarını çekebilecek fizik kondisyona ulaşmak için yıllarca çalışmak zorundaydılar. Ayrıca tüfek kompozit yaya göre daha ucuza imâl edilebiliyordu ve yapım süresi de nispeten kısaydı.

Buna ilâve olarak, yay ve okun son derece karmaşık bir balistiği vardı. Ok havada yılankâvi bir hareket yaparak uçuyor, okun ucu kullanılması gereken yeleklerin (okun arkasındaki tüyler) şekil ve büyüklüğünü etkiliyordu. Değişik oklar değişik yaylarda farklı uçuş karakteristiği gösteriyorlardı. Bu sorun, Asya ve Orta Doğu milletlerinde başparmak çekişi yapılarak bir nebze çözülmüş olsa da, seçkin profesyonel savaşçı muhtemelen okluğundaki oklar arasındaki uçuş farklılıklarını biliyor ve ona göre atış yapıyordu. Bugün ise bu problem, yay ve okun birbirine uygun hale getirilmesi, akord edilmesi, eski dilde söylersek “yayın saz edilmesi” ile çözülmektedir. Elinizdeki bir yay lâletayn bir okla isabetli atış yapamayacaktır. Ayrıca ok, yapımı pahalı, korunması ve taşınması özen gerektiren bir cephaneydi. Buna mukabil tüfek fındıkları, küçük el kalıpları kullanılarak bir parça hurda kurşundan sahada bile dökülebiliyor, büyük çaplı yivsiz namlulardan durum gerektirdiğinde taş, cam, vs. atılabiliyordu. Tek veya iki namlusu ateşlenip boşalan tüfek, bir vurma silahı olarak kullanılabildiği gibi, süngünün icâdıyla, mızrak gibi bir dürtücü silah işlevi de görüyordu. Buna mukabil, yayla teçhiz edilmiş bir savaşçı yakın dövüş için kılıç, hançer, topuz veya balta gibi bir ilâve silah bulundurmak zorundaydı. Yivsiz namluların saçma atma özelliği de düşünüldüğünde, bu silahlar kuş ve tavşan gibi küçük hayvanların avında, yay ve oka büyük üstünlük sağlıyordu. Avcılıkla devam edecek olursak, sürek avlarında köpek ve sürekçiler tarafından kovalanan büyük hayvanlar, okla ölümcül bir yerlerinden vurulsalar da hemen düşmüyorlar, kaçabiliyor ya da avcı için tehlike oluşturabiliyorlardı. Tüfek ise, ürettiği müthiş kinetik enerji ve hidrostatik şok gibi özellikleriyle, çoğunlukla avın saniyeler içinde öldürülmesini mümkün kılıyordu.   kurşun kalıbıYukarıda anlatılanları okuyunca aklınıza şu soru gelebilir: “Peki o zaman niye yayla avlanalım?”

Yay, dünyanın pek çok yerinde avcılık tutkusuna yeni bir nefes, ilâve bir zorluk katmak isteyenlerin tercih ettiği bir silahtır. Bilindiği üzere, köklü av kültürü olan İngiltere gibi ülkelerde, bıldırcın gibi düz uçuşlu kuşların avına 12’lik tüfekle gitmek ayıp sayılır, genellikle 20’lik kullanılır. Hattâ tavşan avını zorlaştırmak ve atıcılık becerilerini geliştirmek için .22’lik yivli kullandıkları okumuştum bir zamanlar. Bunun yanında, elinde primitif bir silahla avlanmanın romantik bir yönü de vardır. Yay, avcının av üzerindeki sınırsız üstünlüğünü ortadan kaldırır. Avcıyı sonuca kilitlenen sistematik ve pragmatik bir katil olmaktan çıkarır; süreci yaşamaya, süreçten zevk almaya yönelen bir doğasever haline getirir. Aslına bakarsanız, avlanırken sadece aklımızı ve vücudumuzu kullanmıyoruz. Hayallerimiz de bizimle geliyor. Dolayısıyla neticeye odaklanmayıp sürecin verdiği hazza odaklanmak daha doğru gibi geliyor bana. Bugün gittikçe klasik çizgisinden uzaklaşan ve askerî görünüm kazanan yivsizlerle ava gitmek de böyle bir şey değil mi? Renk körü hayvanların avına veya gece bekine baştan ayağa kamuflaj giyerek giden avcılar da bu gruptadır mesela. Bilinçdışımızda bir yerde, fantezilerimizle beslenen motivlerimiz var. Dünyada, geleneksel okçuluğun bir alt kolu sayılabilecek “primitif avcılık”la uğraşanların, Taş Devri teknolojisiyle yaptıkları yaylar ve oklarla geyik avına gitmeleri bundandır mesela. Basit ahşap yaylar, bitki liflerinden yapılmış kiriş, taştan yontulmuş ok uçları ve ev yapımı oklarla, onbinlerce yıl önceki insanlar gibi avlanıyorlar.

Yay ve okla avlanmanın başka yararları da vardır. Mesela ABD’de resmî av sezonu içinde “bow season” denilen bir aralık vardır. Avcılar silah değiştirerek avlanabilecekleri sezonu uzatabilmekteler. Yay, tüfeğe göre başarı şansını azaltır, avcılıktaki cefâyı arttırır. Başarılı avlardan alınan haz ve hissedilen zafer duygusu da artar tabî. Yabancı okçuluk-avcılık forumlarında “Dört yıl uğraştan sonra ilk beyaz kuyruklu geyiği okladım” başlıklı gönderilere sıklıkla rastlarsınız. Elinizde 12/76, en az üç fişeği üst üste atabildiğiniz yarı otomatik bir yivsiz ya da bir monopod ve dürbünle 200 metrenin üstüne atış yapabileceğiniz bir .308 yivli olması başkadır; etkili menzili çok daha kısa, hayvana her açıdan atış yapamayacağınız ve tek atışla sınırlı olduğunuz bir silah olması başka! “Ben göle mayayı çalayım da belki tutar” mentalitesiyle tetiğe basar gibi ok atamazsınız. Avcı için, başa çıkması zor mental bir problemdir bu. Elbette bu durum hayvan telefâtını da azaltır.

Ve elbette bu sayede okçuluğumuz da gelişir. Okçuluğun spor sahalarından avlaklara yayılması, okçuluğu pratik amaçlarla kullanan kitlenin artmasıyla; konuyla ilgili bilginin devşirilmesi, çoğaltılması ve yaygınlaşmasının da yolu açılacaktır. Okçuluk ve yayla avcılık üzerine daha çok kitap yazılması, daha çok sayıda dergi çıkması ve daha çok videolar çekilmesi söz konusu olabilecektir. Yay ve okla avlanmak ateşli silahlarla avlanmaya göre çok daha fazla teknik bilgi gerektirdiğinden, bizim gibi okuma tembeli bir millet için bile, bu bir gereklilik olarak ortaya çıkacaktır.

Her kültür kendi “geleneksel okçuluk”unun izlerini değişik şekillerde ve değişik motivlerle sürmüş. Bizdeki gibi derin bir tarihi olmayan ABD gibi ülkelerde, yaşadıkları toprakların geçmişini bilme arzusu Arkeoloji gibi bilimlerin ekmeğine yağ sürmüş. Yapılan kazılarda Taş Devri insanlarının av silahları, barınak inşa teknikleri, yemek pişirme yöntemleri gibi primitif teknolojiler geniş bir yelpazede incelenmiş. Avrupa’da da durum farklı değil. Özellikle Doğu ve Orta Avrupa ile Balkanlar, 1930’ların dünyasında birbiri ardına “ulus devlet”ler kurulurken kendi resmî tarihlerini yazma ihtiyacıyla yine arkeolojik kazılara yönelmişlerdir. Tarihlerini 500 yıl geriye takip edince Osmanlı, 2000 yıl geriye gidince Büyük Roma İmparatorluğu’na denk gelen bu ülkeler, kendilerine “millî bir kök” arayışıyla, sistemli arkeolojik kazılara ağırlık vermişlerdir. Bizdeki Cumhuriyet dönemi resmî tarihi ise, Orta Asya geçmişimizi temel alarak oluşturulmuştur.

IMG_4286

Okçuluk kültürümüz ise, birçok ülkeyle karşılaştırılamayacak kadar köklü ve zengindir. Elbette avcılık kültürümüz de öyle. Dolayısıyla, bizim avcımız avın peşinde koşarken tarihî kökleriyle bir bağı olsun istiyorsa, bunu bir geleneksel Türk yayı kullanarak sağlayabilir. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi, bizim kültürümüzde sivil halkın avlanma yöntemleriyle ilgili net bilgi yoktur. Hânedân ve Saray mensuplarının at üzerinde yaptıkları büyük, organize sürek avlarının da bugün yapılması pratikte imkânsızdır. Günümüzde geleneksel yaylarımızın avcılıkta kullanılması için; kanunî, teknik, pratik ve etik şartlar gözetilerek uygun bir yaklaşım geliştirmek gerekir. Bunu yaparken de dünyanın başka ülkelerinde son iki yüz yıldır yapılan ve iyi kayıt alınarak bir literatür oluşturmuş avcılık bilgisinden yararlanmak akla yakındır. Bu literatür ışığında, yay ve okla avlanırken yapılması gerekenler şu maddeler halinde özetlenebilir:

  1. Kanunlara uygunluk
  2. Teknik şartlar ve gereksinimler
    1. Kullanılacak yayın seçilmesi-Atış tekniği
    2. Yaya göre ok seçilmesi–yayın saz edilmesi ve ava göre ok seçilmesi
    3. Ava ve yaya uygun temren (ok ucu seçilmesi)
  • Pratik zorunluluklar ve dikkat edilmesi gerekenler
    1. Kıyafet (Kiriş “clearance”ı ve kamuflaj)
    2. Gizlenme (ağaç platformları ve gümeler)
    3. Soğuktan korunma-zihgîr eli
  1. Etik/ahlâkî faktörler
    1. Kullanılacak yay ve okun seçilmesi (hem teknik hem etik parametre)
    2. Düzenli idman ve ön hazırlık-okçulukta maharet
    3. Uygun avlanma yönteminin seçilmesi (hem teknik hem etik parametre)
    4. Avcılık becerilerinin geliştirilmesi

 

Bu listede göreceğiniz üzere, bazı şartlar hem teknik hem etik zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Meselâ yeterli çekiş kuvvetinde bir yay seçilmesi şarttır. Ayrıca yayın yayın saz edilmesi, yani yaydan çıkan okun düzgün uçuş vermesini sağlamak gerekir. Benzer şekilde, okun terminal balistiği, yani hedefte yapacağı tahribat da dikkate alınmalı, seçeceğiniz okun avı öldürecek kinetik enerji ve momentumu taşıması sağlanmalıdır. Bu kriterler hem yay ve okunuzu etkili bir silaha çevirmek için önemlidir hem de avın temiz, çabuk ve insânî bir şekilde öldürülmesi için.

Bir sonraki yazımda, bu zorunlulukların nasıl yerine getirileceğini, dolayısıyla geleneksel bir yayla nasıl avlanabileceğinizi anlatacağım.