Posted by Adnan Akgun in on 8th 03 2015
Avcılıkta Etik ve Yayla AvcılıkYazan: Dr. Murat Özveri Avcılık binlerce yıldır insan hayatının bir parçası olmuş. İnsanoğlunun yerleşik hayata geçip tarım ve hayvancılığın başladığı döneme kadar tamamen avcı-toplayıcı bir yaşam tarzı sürdürdüğü kabul edilmektedir. Dünya yüzünde 240.000 yıldır var olduğu fosil kayıtlarınca teyid edilen Homo sapiens, en fazla 12.000 yıldır kendi ürettiği bitkisel gıda kaynaklarına sahiptir. Avcılık Neolitik Dönem’e kadar yaşam için vazgeçilmez olan avcılık, yerleşik hayatın ilk binyıllarında da beslenmede kritik rol oynamaya devam etmiş olmalıdır. Ancak bundan sonra da insan topluluklarının hayatında önemini korumuş, binyıllar içinde besin tedârikinde oynadığı rolü azalarak da olsa korumanın yanında; askerî tatbikat, yiğitlik ve beceri gösterisi, spor gibi motivlerle yapılmaya devam etmiştir. İnsanoğlu, diğer memelilere göre çok daha gelişmiş düşünme fonksiyonları sayesinde uygarlıklar kurmuş ve “kültür” denilen kavramın bir parçası olarak ahlâk, vicdan ve hukuk üçgeninde etkileşip duran değer yargıları silsilesi geliştirmiştir.[1] Ahlâkî değerler, bireyin ve toplumun varlığını sürdürebilmesi için yapılması gerekenleri temel alan bir kurallar bütünü gibi durmaktadır. Ahlâk günümüzde din merkezli ilkelerle ilgili gibi görünse de tarihe kısa bir bakış semâvî dinler öncesinde, hattâ din olarak nitelenmesi zor olan naturalist ya da spiritüel öğretilerde de bu tür doktrinlerin varlığını gösterir. Avın takip edilmesinde ve öldürülmesinde avın haklarını gözeten ve avcının davranış serbestisini kısıtlayan kurallar “âdil tâkip” veya “etik öldürme” gibi tabirlerle karşılanan modern bir konsepttir[2] . Avın, türün devamlılığını tehlikeye sokacak kadar çok miktarda, ona kaçma hakkı vermeyecek tekniklerle, modern silahlarla ve/veya yanlış zamanlarda avlanmaması yanında, hayvanın çabuk ve mümkün olduğunca acısız öldürülmesi ile ilgili sorumluluk, bu konsept bağlamında modern avcının üstlendiği bir sorumluluktur. Sosyal bilimciler, etik avcılığın altında yatan psikolojik, geleneksel, antropolojik sebepler üzerinde kafa yormuş ve kalem oynatmışlardır. Gary Marvin, avcıları avlanmanın ardında yatan motivlere göre şu tiplere ayırmaktadır[3]: 1-Yararcı avcılar: Bu kategoride et veya hayvandan elde edecekleri kürk, tırnak vs. hammadde için avlanan avcılar vardır. 2- Dominionistik/spor amaçlı avlananlar: Yazarın kullandığı “dominionistik” tabiri, Hristyanlık inancında insan topluluklarının İncil temelli kanunlarla veya bu kanunlarla yönetilen ülkeler tarafından yönetilmesi gerektiği anlamına gelen “dominionism” ile ilişklidir. Dominion, Türkçe’de “sömürge” kelimesiyle karşılanır. Aslında Avrupa Krallıklarının bütün dünyayı sömürgeleştirme çabalarının altında yatan dinî gerekçe budur. Yazarın bu isimlendirmeyle yaptığı gönderme, dünyadaki bütün canlıların insana hizmet etmeleri ve yarar sağlamaları amacıyla yaratıldığı konseptidir. Gerçekten de İncil’de bunu destekleyen âyetler vardır, ancak insanın hayvandan daha üstün olmadığına dair bir âyet de yine Hristiyanların kutsal kitabında yer alır. [4]Bu tip avcılar avı bir yarışma, atıcılık becerilerini geliştirme ve sınama; cesaret ve becerikliliklerinin gösterilmesi fırsatı olarak görürler. 3- Doğacı (naturalist) avcılar: Bu avcıların başta gelen motivasyonu, doğada aktif ve kendilerini bütünün parçası olarak hissetmelerini sağlayacak bir rol almaktır. Et için avlananlar eylemlerini “hayvanı boşuna öldürmüyor oldukları” ile gerekçelendirirler, ama bu durumda modern insanın beslenme için öldürmeye ihtiyacı olup olmadığı sorgulanmalıdır. Günümüzde kasabalı ve şehirli avcıların hemen hiç biri, köylü avcıların büyük çoğunluğu avcılığı beslenme gereksinimleri için yapmamaktadırlar. Dolayısıyla, “yararcı” yaklaşım, günümüz avcısı için yapılan eylemi ahlâkî zemine oturtmak için yeterli olmamaktadır. “Yararcı avcı” sınıfına giren bir diğer tip avcı yaban hayvanlarını “zararlı” oldukları gerekçesiyle öldüren avcıdır. Yurdumuzda en yaygın büyük av olan yaban domuzunun avlanması sıklıkla tarıma verdiği zararın önlenmesi ile gerekçelendirilir. Benzer şekilde, Karadeniz Bölgesi’nde bal kovanlarına ve tarlalara dadanan ayı ile kümes hayvanlarına dadanan tilki, gelincik, sansar gibi küçük yırtıcıların “zararlı kontrolü” anlayışıyla avlanması bu tür ava girer. Gelişmiş ülkelerde “yaban hayatının yönetimi”(wildlife management) adı altında sistematikleşen uygulamalar çerçevesinde, zararlı hayvanların avına belli dönemde ve belli sayılarda olmak kaydıyla izin verilmektedir. Ülkemizde avlanması yasak olan bozayı için Karadeniz Bölgesi’nde böyle uygulamalar yapılmaktadır. Spor amaçlı avcılık ise, merkezinde kişinin sportif disiplinlerdeki rekâbete benzer biçimde kendi fiziksel, ruhsal ve teknik becerilerini sınama, geliştirme ve gösterme gâyesi ön plandadır. Burada avlanmanın ahlâkî tarafı başka bazı argümanlarla yapılandırılır. Argümanlardan biri, avın atletik performanslardaki gibi iki tarafın birbirine yakın şartlarda girdikleri bir rekâbet gibi algılanmasıdır. Av fiziksel olarak avcıdan daha kuvvetli ve daha hızlıdır, duyuları daha gelişmiştir, saklanma becerisi üst seviyededir. Avcı kurnazlığını ve silahlarını, iz sürme, kamuflaj gibi avcılık becerilerini kullanarak rakibi ile kendi şartlarını az veya çok birbirine yaklaştırır. Sportif avcılıkta diğer argüman, avlanma eyleminin av ile avcı arasında bir ölüm-kalım savaşı gibi algılanmasına dayanır. Bu argümanı savunanlar genellikle büyük ve tehlikeli hayvanları avlayanlardır. Dişlere, pençelere, inanılmaz bir hız ve fizik kuvvete karşı insanın zekâsı, sabrı ve silahları…[5] Bu açıklamaya sığınan avcıların bir kısmı, peşinden koştukları hayvan, kullandıkları avlanma metodu ya da silah bakımından öyle noktalara gelebilirler ki, kendi güvenliklerini delilik sınırına yaklaşacak denli göz ardı edebilirler. Çoğunuzun bildiği ve Türkçe gösterimlerinde “Av” diye tercüme edilen “Predator” filminde, uzaydan gelen avcının sadece kendisi için zor ve tehlikeli olan avları –filmde silahlı ve askerî eğitimi olan kişileri- avlamakla ilgilendiği görülüyordu. Filmin final sahnesinde Arnold Schwarzenegger’in canlandırdığı “Dutch” karakteriyle karşı karşıya kalan avcının, “kendine lâyık” ve hattâ avdan ziyâde bir “rakip” gibi gördüğü avının karşısında miğferini çıkarması ve silahsız bir “son kavga”ya girişmesi, bu fikri oldukça etkileyici biçimde veriyordu.
Ancak işin aslına bakıldığında, sportif avcılığın bu iki argümanla gerekçelendirilmesi de mantıklı değildir. Çünkü her iki durumda da atletik rekâbetteki gibi “rakibe bazı hakların tanındığı” bir çekişme modellemesi yapılır. Oysa, bir yaban hayvanına bazı haklar verilecekse, onun en doğal ve tartışmasız hakkı olan yaşama hakkına tecavüz edilmemesi esas olmalıdır. Avcının kendi yaşamına da riske atıyor olması, bu hakka keyfî olarak tecâvüz edilmesini haklı kılamaz. Bu çıkarıma göre, aslında sportif avlanma eylemi doğası gereği âdil ya da etik değildir. Sportif avcılığı, daha doğru bir ifadeyle “dominionistik avcılığı” gerekçelendiren bir diğer argüman, kutsal kitaplarda insan-hayvan ilişkilerini düzenleyen hükümlerle ilişkilidir. Ülkemizde avcılıkla ilgili site ve forumlarda avcılık eyleminin fıkhî değerlendirmesine rastlanmaktadır. Ama avcılığın İslâm hukukuna uygunluğu sadece günümüz avcısının tasası olmamıştır. Tarih boyunca İslâm hukukunda avın öldürülmesi ve öldürülen avın etinin yenmesiyle ilgili şer’î düzenlemeler dikkate alınmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de avcılıkla ilgili 6 âyet vardır. Bunlardan dördü ihramdayken avlanılmaması gereği üzerinedir. Bu hükümden dolaylı olarak, hacc görevi dışında av yapmanın serbest olduğu içtihatı çıkar.[6] Hayvanların öldürülmesiyle ilgili ahlâkî düzenlemeler, besi hayvanlarının “helâl” sayılmasıyla ilgili düzenlemelerde olduğu gibi, doğrudan kutsal metne olduğu kadar, hadis ve sünnete dayalı olarak da şekillenmiştir. Kurban farîzesi yerine getirilirken keskin bir bıçak kullanılması, kurbanlık hayvana eziyet eden davranışlardan kaçınılması ve hattâ kullanılacak bıçağın ona gösterilmemesi gibi uygulamalar, Hz. Muhammed’in tavsiyeleri neticesidir. Benzer şekilde, kafeste tutulan hayvanların atış pratiği ve zevki için salınarak vurulması, bir tavuğa bunu yapan bir kaç Arap’ı gören Hz. Muhammed tarafından yasaklanmıştır. Peygamberin, hayvanlara insanın merhamet duygusunu azaltacak şekilde sert ve gaddar muamele edilmesini tel’in eden hadisleri mevcuttur.[7] Bunlar arasında, yük hayvanlarının kapasitelerinin üzerinde yüklenmesiyle ilgili olanlar dahi mevcuttur. İslâm hukuku avcılık bakımından incelendiğinde, av sezonuyla ilgili fetvâya dahi rastlanmaktadır. Hattâ, av mevsiminin ayarlanması o kadar önemli addedilmiştir ki, devlet erkinin emriyle tespit edilen av sezonunun mevsim şartlarıyla çelişmesi durumunda, mevsimin esas alınması gerektiği konusunda karar çıkmıştır (erken gelen bahar ile avcılığı kesilmesi istenmiştir).[8] İslâm’da avcılıkla ilgili asıl sorun, hayvanın öldürülme şekliyle etinin helâl/mekruh sayılması arasındaki ilişkiyle alâkalı gibi görünmektedir. Taş gibi künt travma ile öldüren bir silahla vurulan hayvanın, vurulduktan sonra izi sürülerek belli bir süre sonra bulunan hayvanın, okla vurulduktan sonra suya düşen (boğulup boğulmadığı anlaşılamayacak) hayvanın yenilebilir olup olmaması gibi konularda içtihatlar mevcuttur.[9]. Literatüre bakıldığında, her mezhepte konunun mercek altına alındığı ve akıldaki soruları cevaplandıran fetvâlar yayınlandığı görülmektedir.[10] Avcılığın beslenmenin yanında askerî tatbikat olarak da uygulandığı Türk dünyasında, İslâm’ın kurumları ve yaşam tarzıyla yerleşmesiyle avın dinî ve ahlâki yönü de mercek altına alınmaya başlamıştır. Mevcut kurallara ne kadar riayet edildiği ise ayrı bir konudur. İslâm dünyasında minyatürlere konu olmuş birçok av sahnesinde, içinde Osmanlı padişahlarının da olduğu avcıların hayvanlara eziyet çektirme konusunda çok da “ince” düşünmemiş oldukları açıkça görülmektedir. Sultanların yaban hayvanlarını kızıl koltuk dışındaki bölgelerden okla vurdukları, topuz gibi künt travma meydana getiren silahlarla yaraladıkları görülebildiği gibi; tam da Hz. Muhammed’in yasakladığı şekilde, üzerine zırh giydirilmiş bir kurdu mızrakla öldürdükleri, bir timsahın kafasını kılıçla kestikleri vb. “hünerleri” saray nakkaşlarının imzasını taşıyan sayısız minyatürle günümüze ulaşmıştır. Sevilen bir atlı okçuluk uygulaması olan “kabak oyunu”nda uzun bir direğin ucuna hedef olarak konulan su kabağının yerini kimi zaman kafesi içine konmuş canlı güvercinlerin aldığı yazılı kaynaklardan bilinmektedir. Onaltıncı yüzyıla ait bir manzum eserde av sırasında bir ceylanın üstündeki okların sayıca fazlalığı sebebiyle “kirpi”ye benzetilmesi, Osmanlı sürek avlarının askerî tatbikat merkezli gaddar bir arbede olduğunu göstermektedir.[11]
Musevîlikte de hayvanların öldürülmesiyle ilgili sıkı kurallar mevcuttur. Besi hayvanlarının yenilebilir olması için gerekli öldürme ve hattâ pişirme ritüelleri “koşer” adı altında anılan kurallarla tespit edilmiştir. Hayvan haklarına bakış, özellikle yük hayvanlarına eziyet edilmesine karşı duruş İslâm’dakilere çok benzer. Avcılık ise doğrudan ya da dolaylı olarak serbest bırakılmamıştır, ama belirli bir yasak da yoktur. Hz. Musâ’ya geldiğine inanılan ilâhî 10 Emir içinde avcılıkla ilgili bir yasaklama veya teşvik mevcut değildir. Ancak Tevrat’taki hikâyelerde adı geçen ve kötülükle özdeşleşen iki figür, avcılık maharetlerinden de bahsedilen karakterlerdir. Üstelik Tevrat’ta avcılıktan sadece iki defa ve bu iki kişi tanıtılırken bahsedilmektedir[12] (Elbette bu hikâyeler Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahit bölümünü oluşturmakla, aslında Hristyanlık için de esas olan bir kutsal metnin avcılığa –en azından avcılara- bakışı hakkında ipucu verebilir). Buradan, Musevîlik’in avcılığa çok sıcak bakmadığı çıkarılabilir. Genel kanı, hayvanlara gereksiz yere acı vermenin günah olduğudur. Semâvî dinler hayvanlara davranış koduyla ilgili çok sayıda içtihat ihtiva etmektedir. Genel olarak her üç dinin de hayvanlara gereksiz yere acı çektirmenin karşısında olduğu söylenebilir. Aslında avcı, doğanın bir parçasıdır ve hem tür hem birer olarak içinde bulunduğu biota’ya, kendi türünün ve birey olarak kendisinin varlığını sürdürme ihtiyacından zarar vermemesi gerekir. Avcılığın asıl etik temeli budur ve eyleminin ardında yatan motivasyon ne olursa olsun, avcının bu biota’nın varlığını tehlikeye atacak davranışlardan kaçınması gerekir. Modern ve biraz vicdan sahibi insanın, kendi türünü devamlılığı için üstlenmesi gereken bu sorumluluk kapsamında bir davranış kodu benimseyip buna uyması gerekir. Gelişmiş ülkelerde, bu sorumluluk kanun yapıcı tarafından da üstlenilmekte ve biota’nın varlığını ve dengelerini gözetecek mevzuatlar oluşturulmaktadır. Avcılığın çok yaygın olduğu, ayrıca avcıya zengin bir silah ve yöntem çeşitliliğinin sunulduğu ABD’nin av mevzuatına kısa bir bakış, bu liberal ortamda bile avcıyı sınırlayan ve birey olarak sorumluluğunu anlamasına yardımcı olacak düzenlemeler olduğunu gösterir. Bu ülkede mevzuat eyaletlere göre değişmekle beraber, avcının yaşıyla ilgili sınırların varlığı ve istisnâsız her eyâlette “sertifikalı avcılık eğitimi” şartı arandığı göze çarpmaktadır[13]. Gelişmiş ülkelerin çoğunda avcılık eğitimleri, âdet yerini bulsun diye yapılan göstermelik sertifika programları değil, avcının teorik bilgiyle donanmasını sağlayacak ciddi eğitimlerdir (özellikle Avrupa ülkelerinde). Bunların yanında, av sezonuna uymada, gündüz-gece avlanma şartlarına riâyet edilmesinde ve çanta limitlerine uyulmasında gösterilen titizlik uygulamada hemen fark edilmektedir. “Avcılıkta etik” modern bir konsept ise de avcı-toplayıcı toplumlar, av ve avcının varlığının birbirlerinin varlığına endeksli olduğunun farkındaydılar. Bazı Kuzey Amerika yerlilerinin yaratılış efsâneleri ve masallarında bu açıkça görülmektedir[14] Navajolar, insanın varlığının dünya üzerindeki canlı ve cansız varlıklara bağlı olduğunu kabul ederlerdi. Siouxlar vahşi hayvanları “kardeşleri” olarak görürlerdi. Bu kabile avcıları vurdukları avdan af ve anlayış dilerler, bu “dört ayaklı kardeş”in kendilerinin hayatta kalması için yaşamını feda etmesi sebebiyle minnetle dolar ve dua ederlerdi.[15] Bu tür ritler Batı dünyasında hemen hemen tamamen ortadan kalkmış gibi görünse de öldürülen hayvana duyulan saygı ve bu saygının gösterilmesiyle ilgili bazı törensel davranışlar Almanya ve Avusturya gibi germenik ve Çek Cumhuriyeti ile Slovakya gibi Slav Avrupa ülkelerinde varlığını sürdürmektedir. Buna en iyi örnek “Son Isırık Ritüeli”dir. Almanya avın çok sıkı kurallar altında ve iyi eğitilmiş, tam yetkili profesyonellerin gözetiminde yapıldığı bir ülkedir. Av ritüelleri de titizlikle uygulanır. Avcıya hem gözetmenlik hem rehberlik yapan resmî bir görevli olan “Jaeger” av vurulup düştükten sonra bir parça yaprak alır, ikiye böler, yarısını hayvanın dişleri arasına nâzikçe yerleştirir. Diğer yarısını hayvanın kanına bular, saygıyla başından çıkardığı şapkasına iliştirir, sonra şapkasını sol eliyle avı vuran avcıya uzatır. Avcı da kendi şapkasını çıkarır, uzatılan şapkayı sol eliyle alır ve kendi başına geçirir. Jaeger muzaffer avcıya “Waidmannsheil!” der ve avcı da “Waidmannsdank!” mukabil sözünü söyler.[16] Bu eylem pagan dönemde avın veya düşmanın kanını veya bir organını alıp üstünde taşıyarak onun cesaret, güç ve dayanıklılığına kavuşulacağına dair inançlarla ilgili gibi gözükse de uygulamanın ayrıntılarına bakınca “ava duyulan saygı” motifi açıkça görülür. Bu ritüelin benzerinin 1800’lerde bazı Amerikan yerlilerinde de görüldüğü ve burada amacın “geyiğin koruyucu ruhunu yatıştırmak” olduğu rapor edilmiştir.[17] Ölen hayvan önünde şapkaların çıkarılması, ona sembolik olarak bir “son yemek” sunulması açık saygı ifadeleridir. Hayvanın kanını üstünde taşımak “gücün avdan avcıya transfer edilmesi” gibi bir motif ile alâkalı olabilir, ama avın fizik kuvveti veya benzer bir özelliğiyle yüceltilmesi de ava duyulan saygıyla doğrudan ilgili değil midir? Bushmen avcılarının vücutlarını vurdukları avın kanıyla yıkayarak temizlemesinde, bazı Batılı ülkelerde “İlk Av Töreni” olarak avın kanının genç avcının yüzüne sürülmesinde şaşırtıcı derecede benzerlikler vardır.[18] Avcılıkta sınırlarını çağdaş ve akılcı insan için belirleyen, avcının da bir parçası olduğu biota’nın korunması zorunluluğudur. Görünen odur ki, pagan dönemin avcıları semâvî dinler sonrası ve modern çağlarla karşılaştırıldığında, çok daha doğru bir davranış kodu sergiliyordu. Gelişmiş toplumlar bu açığı avlanma tekniği, av sezonu ve silahlarıyla ilgili akılcı kanûnî düzenlemeler yaparak kapatmaktadırlar. “Etik Öldürme” ve Doğru Silahın Seçilmesi Avcılık ahlâkını oluşturan birçok elementten biri, avın mümkün olduğunca hızlı ve acısız öldürülmesidir. Bu, vicdânı olan her avcının üstlenmesi gereken sorumluluklardan biridir. İngilizce literatürde “ethical kill” denilen bu kavram, özellikle yay gibi primitif silahlarla avcılığın serbest olduğu gelişmiş toplumlarda ön plana çıkmaktadır. Acısız ve hızlı öldürme en iyi ateşli silahlarla yapılır. Günümüzün yüksek hızlı mermileri, taşıdıkları yüksek kinetik enerji sayesinde avın vücudunda büyük miktarda doku ve damar tahribâtı yapar. Yüksek enerjili mermiler (literatürde hâlâ tartışılan) hidroşok da dahil olmak üzere bir seri etkisiyle, avın olduğu yere düşmesini sağlar. Hayatî organlara kaydedilen isabetle ölüm hızla geldiği gibi, hayâtî bir bölgeden isabet almayan hayvanın yaralı gitmesi ihtimali de daha düşük enerjili silahlara göre azalır. Ancak bu avantajlarına rağmen, ateşli silahlarla da hayvan vücudunda hayâtî organların bulunduğu göğüs kafesi (kızıl koltuk) ve kafa gibi bölgeler hedeflenir. Elbette etkili bir silah kullanmanın pratik yararı, peşinden gidilen avın kaybolmasını önlemektir. Av, avcının görüş alanı içinde düşerse uzun ve zahmetli bir iz sürme süreci yaşanmaz. Modern çağda ateşli silahların belirgin üstünlüğüne rağmen ” romantizm”,”sportif rekâbet duygusu” gibi sebeplerle ok ve yayla avcılık hâlâ vardır. Hattâ denilebilir ki, teknolojik imkânlar okçuluğun emrine verildikçe yayla avlananlar artmıştır.[19] Yay ve ok en azından 15.000 yıldır insan hayatında vardır. Avcı-toplayıcı atalarımızın “eve yemek getirmek” için bu silahın kullanımında ustalaşmak zorunda olduğunu, bunu küçük yaşlarda başlayan idmanlarla sağladığını biliyoruz. Primitif silahların kullanılması zor olduğundan, gerekli fizik kuvvet ve beceri yıllarca süre düzenli çalışmayla kazanılabilmekteydi. Ele geçen çocuk yayları gibi arkeolojik buluntular ve antropolojik çalışmalar, primitif silahların kullanımına küçük yaşlarda başlandığını kanıtlamaktadır.[20] Günümüzde de kullanılacak silahta maharet göstermek avcı için olmazsa olmaz şarttır. Dolayısıyla avcı sezon dışında, en azından sezon öncesinde düzenli antrenman yaparak kullandığı silahta belli bir yetkinliğe ulaşmalıdır. Silah teknolojisi geliştikçe, avcıdan kaynaklanan zaaf ve hataları kompanse edecek sistemler de avcının hizmetine girmektedir. Tüfeklerde klasik gez-arpacık yerine optik nişangâhlar, klasik uçbükümlü veya uzun yaylar yerine makaralı yay gibi yeni teknolojiye ait silahlar; elbette hayvanın kaçma hakkı gözetilerek kullanılabilir. Zaten “hayvana hak tanıma” konsepti, av silahlarına getirilen sınırlamalarda kendini göstermekte, meselâ avda kullanılan tüfeklerin şarjör kapasitesini sınırlayan aksesuarların kullanımı zorunlu kılınmaktadır. Tecrübesi az olan veya silah üzerindeki hâkimiyetinden emin olmayan avcıların, kanunun izin verdiği en gelişmiş teçhizatı kullanması daha ahlâkîdir. Ava göre silah ve cephâne seçimi de avcının ahlâkî sorumluluğuna girer. Meselâ büyük hayvan avında kullanılan (yurdumuzda domuz avında köylü avcının da çok sevdiği) şevrotin fişekler, ancak atış mesafesinin çok kısa olduğu durumlarda etkilidir. Yivsiz tüfeklerle tek kurşun atabilme ve stres altında isabet kaydedebilmek ise çalışma ve deneyim gerektirir. Aynı şey, yivli tüfeklerin sürekte kullanımı için söz konsudur. Avcı hareket halindeki hayvanı hayâtî bir bölgesinden vuracak beceriye sahip olmalıdır. Yelpazenin diğer tarafında ise, av için çok fazla güçlü silah-cephâne kullanmak vardır. Av kültürünün oldukça köklü olduğu İngilitere’de, bıldırcın gibi düz uçuşlu kuşların avına 12’lik ve 16’lık tüfeklerle gitmek ayıp sayılır. Usta avcılar 20’lik çifteler kullanarak etkili atış mesafelerini, toplam saçma miktarını ve üst üste atış yapma kapasitelerini düşürerek avlanmayı daha “centilmence” bir hâle getirirler. Bu ülkede tavşan avında .22’lik yivliler kullanıldığı bilinmektedir. Kullandığınız silah ne olursa olsun, avdan ava sandıktan çıkması doğru değildir. Silah üzerinde kontrol kurarak maharet kazanmanın yolu düzenli antrenman yapmaktan geçer. Primitif silahlarla avlanma, Batılı ülkelerde avcının kendi gelişim çizgisinde bir merhale olarak görülmektedir. Yay-ok, hattâ mevzuatın izin verdiği ülkelerde mızrak veya atlatl gibi silahlarla avcılık; sonuç odaklı, pragmatist avcıların değil, avı içinde kendi becerilerini geliştirmek de olan bir süreç olarak görenlerin rağbet ettikleri bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Yayla avcılık söz konusu olduğunda, “etik öldürme”yle ilgili dikkat edilecek üç nokta vardır: 1- Silah-cephane kombinasyonunun doğru seçimi 2- Atış pozisyonunun doğru seçimi 3- Silah kullanımında maharet kazanma Hangi Yay, Hangi Ok? Yukarıda da bahsedildiği gibi, silahın seçiminde en önemli kriter peşine düşülen ava uygunluğudur. Öncelikle, isabet oranı yüksek bir yay seçmelisiniz. Arbalet, makaralı ve uçbükümlü yay kullanan değişik deneyim seviyelerindeki avcılar üzerinde yapılan araştırmalar vardır. Bunların sonuçları, teknolojinin üstünlüğünü açıkça göstermektedir.[21] Uzun sözün kısası, iyi bir okçu değilseniz yay ile avlanmayın. İlle de avlanacaksanız, seçiminiz arbalet ya da makaralı yay gibi okçunun teknik hatalarını bertaraf eden teknolojilerle mücehhez silahlardan yana olmalıdır. Silahın avı öldürecek kadar enerji üretmesi şartı, özellikle yay ve ok kullanırken büyük önem taşır. Çünkü yay, ateşli silahlarla karşılaştırıldığında çok düşük seviyelerde enerji üretir. Modern ateşli silahlar değil erken dönem ataları bile, mermileri yayla atılan oka göre çok fazla kinetik enerjiyle yükleyebiliyordu.[22] Ancak ateşli silahlarla yayın enerji seviyeleri bakımından sayısal olarak karşılaştırılması yanlıştır. İki silahın mermileri karakter olarak çok farklıdır. Ok, nispeten düşük enerji seviyelerinde de ölümcül yaralar açacak şekilde tasarlanmıştır. Yine de yay-ok kombinasyonunun mümkün olan en iyi kinetik enerji-momentum üretecek şekilde oluşturulması gerekir. Kinetik enerji Ekin=1/2 x m v2 formülüyle ve momentum M= m x v2 formülüyle hesaplanır. Burada m hareket eden okun kütlesi, v ise hızıdır. Momentum, bu iki büyüklükten av için daha önemli olanıdır. Çünkü momentum, hareket eden bir cismin durması ya da durmakta olan bir cismin harekete geçirilmesi için ne kadar kuvvet kullanılması gerektiğini tanımlayan bir büyüklüktür. Başka bir deyişle söyleyecek olursak, hareket etmekte olan bir okun hedefe çarptığında ne kadar hızla yavaşladığını anlatır. Hedefin içinde hızını daha yavaş kaybeden ok, daha derine ilerleyecek, daha çok doku ve damar kesecektir. Ancak burada dikkat edilecek husus, kütlenin istenildiği kadar arttırılamayacağıdır. Ok ağırlığı arttıkça uçuş trajesi daha dik bir parabole dönüşecek, atış mesafesi uzadıkça ok çok fazla düşüş yapıp alt vuracaktır. [23] İş yapan tarafı baş tarafı olan ok, okbaşının[24] sivri ve keskin yapılmasıyla yumuşak dokular içinde keserek ilerler. Ok üç mekanizmayla öldürür: Kanama, pnömotoraks, enfeksiyon. Avın ölmesine sebep olacak miktarda kanama ancak hayâtî organların veya büyük damarların kesilmesiyle mümkündür. Pnömotoraks, akciğerlerin fonksiyon göremez hale gelmesiyle hayvanın solunum yetmezliğine girerek ölmesidir. Av hayvanlarının okla ölmesi bu iki mekanizmayla gerçekleşir. Enfeksiyon ise ok yarasının mikroorganizmalar tarafından kolonize edilmesinin sonucudur. Burada hayvan hayatta kalabilir ya da çok uzun sürede ve büyük acılar çekerek ölür. Okun hayâtî organlara isabet etmemesi veya büyük damarları kesmemesi durumunda, av kaybedilecek, belki günler sonra acılar içinde can verecektir. Okun ağırlığı ve yayın çekiş kuvveti, yapılacak ava göre dikkatlice seçilmelidir. ABD gibi yayla avcılığın yaygın olduğu ülkelerde, okun penetrasyonu üzerine ciddi bilimsel çalışmalar vardır ve okun hızıyla kütlesi üzerine yapılan hesaplamalarla istenilen nitelikte cephane elde etme konusunda teorik bilgi külliyatı oluşmuştur. Bu ülkedeki mevzuat, yayların çekiş kuvvetine asgârî zorunluluklar getirir. Ancak yayların çekiş kuvveti üstünden kural getirmek akılcı bir yaklaşım sayılmaz. Yayın verimi, yani depoladığı potansiyel enerjiyi oka ne oranda aktarabildiği, asıl üzerinde durulması gereken parametredir. Tasarımı ya da yapıldığı malzeme itibarıyla daha yüksek verimli bir yay, aynı çekiş kuvvetindeki daha düşük verimli bir yaya göre oku daha yüksek hızlara ulaştırabilir. Modern zamanlarda yayla avcılık dünyasını domine etmiş olan makaralı yaylar bilinen en yüksek verimli yaylardır ve üretici firmalar her geçen gün yeni kam tasarımları geliştirerek yaylarını daha verimli ve hızlı hâle getirmektedirler. Verim bakımından bundan sonra gelenler, av için üretilmiş yüksek verimli uçbükümlü yaylar ve en sonunda da düz kollu yaylardır (uzun yay ve yassı yaylar). Geleneksel yaylar, modern malzemeden üretilen yaylar kadar yüksek verim sergilemezler. Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır ki, o da insanların bu yaylarla binlerce yıldır ailelelerini geçindirdikleridir. Doğru kullanıldığı takdirde, geleneksel yayların en primitifi bile etkili av yapmayı sağlayacaktır. Yayın sadece çekiş kuvveti değil, okçunun çekiş mesafesi de saha performansını belirleyen önemli bir parametredir. 50 lbs çekiş kuvvetindeki bir yayı alalım. Boyu 1,85 m ve çekiş mesafesi 74 cm olan bir avcı bu yayı 53 lbs ile çekecekken, boyu 1,65 m ve çekiş mesafesi 65 cm olan bir avcı aynı yayı 44 lbs ile çekecektir. Sadece yayın ne kadarlık kuvvetle çekildiği değişmekle kalmayacak, kiriş bırakıldığında okun kirişten kurtulana kadar aldığı yol her iki avcıda farklı olacaktır. Aynı yay iki avcıda birbirinden çok farklı ok hızları sağlayacaktır. Okun iş yapan kısmının okbaşı olduğunu söylemiştim. Bugün Batılı okçuluk pazarından tedârik edilebilen modern yassı temrenler (broadhead), ne tür yay kullanıyor olursanız olun, avın temiz ve acısız öldürülmesi için en doğru yoldur. Modern yassı temrenler marka, model, tip, ağırlık olarak çok geniş bir yelpazede seçenek sunmaktadır. Av temrenininizi seçerken dikkat edilecek birkaç önemli nokta vardır. Birincisi, modern ve hızlı bir makaralı yay kullanmıyorsanız mekanik okbaşlarını kullanmaktan kaçının. Bunlar ok uçarken kapalı bıçakları olan ve ava çarpınca açılıp geniş yara yüzeyi açan okbaşlarıdır. Dolayısıyla sabit bıçaklı tipler gibi uçuş sırasında okun arkasındaki tüylerle rekâbete girecek yüzey oluşturmazlar, daha iyi uçuş dinamiği sağlarlar. Ama, hedefe yeterli hızla çarpmazlarsa bıçakları açılmaz ve büyük bir hayvana hedef ucuyla atış yapmış gibi olursunuz. Eğer av için yapılmış modern uçbükümlü, uzun yay veya geleneksel yay kullanılıyorsa mutlaka sabit bıçaklı yassı temrenler tercih edilmelidir. Bunların iki bıçaklı ve üç bıçaklı olanları arasında, iki bıçaklılar lehine penetrasyon farkı varsa da bu farkın az olduğu yapılan bilimsel araştırmalarla gösterilmiştir. Ama bu azıcık farklar bile avın elde edilmesiyle kaybedilmesi arasındaki ayrımı yaratabileceğinden, yayınız ne kadar yavaşsa, temreninizin bıçak sayısı o kadar az (iki bıçaklı) ve olabildiğince keskin olsun. Ve elbette, kullanacağınız temrenin modeline karar verirken yayınızın performansı hakkında kendinize karşı dürüst olun! Piyasada çok çeşitli yassı av temrenleri bulmak mümkündür. Yayınızın enerjisi düşükse, çok bıçaklı ve açılır-kapanır mekanik temrenlerden kaçınmanızda yarar vardır. Yayla avcılıkta, özellikle de geleneksel yaylar tercih edilecekse, “etik öldürme”yle ilgili diğer iki sorumluluk gündeme gelir: Atış pozisyonu seçilmesi ve silahta maharet kazanılması. Bu iki maddenin birlikte anılması boşuna değildir. Ava nasıl bir mesafeden ve nasıl bir pozisyondan atış yapılacağı, yayın etkinliği kadar avcının bu silahta ne kadar mâhir olduğuyla da ilgilidir. Atış pozisyon ve mesafesi, yukarıda bahsedilenlerin ışığında anlaşılacağı üzere, okun hayvanın hayâtî organlarını ve büyük damarları tahrip edecek bir yolla vücuduna girmesini sağlamakla ilgilidir. Yayla büyük hayvan avında, “kızıl koltuk” tâbir edilen yere atış yapılır. Burası, hayvanın göğüs kafesinin yan tarafına denk gelir. Okun girdiği bölgede, avlanan hayvanın anatomisine göre küçük yerleşim farklılıkları göstermekle beraber kalp, karaciğer ve akciğerler bulunur. Bu önemli organlar, sadece kaburgalarla korunmaktadır ve çoğu okun momentum ve kinetik enerjisi bu ince kemikleri geçerek göğüs kafesi içine girmeye yeter. Hayvan vücudunda büyük kemiklerin olduğu bölgelere -göğüs, kafa vs – atış yapmaktan kaçınmak gerekir. Aynı şekilde, büyük kas gruplarının olduğu ve hayâtî organların bulunmadığı kalça ve bacak bölgesine ve hayvanın alacağı yarayla çok uzun ve acılı bir ölüme mahkûm olacağı barsak bölgesine atış yapmamaya özen gösterilmelidir. Eğer avın pozisyonu bu bölgeleri açık bırakıyorsa, avcı doğru pozisyonu beklemeli veya atış yapmaktan vazgeçmelidir. İdeal atış pozisyonunun seçerken, hedef hayvanlar arasındaki küçük anatomik ve fizyolojik farklılıkları bilmek de avcının ahlâkî sorumluluğudur.[25] Avlanacak hayvanın anatomik fizyolojik özelliklerini öğrenmek, hızlı ve temiz bir öldürme için önemlidir ve avcının ahlâkî sorumluluğuna girer. Silahta maharet kazanma, avcının yine kendine karşı dürüst olması gereken bir diğer konudur. Özellikle de elinizdeki kullanımı zor, devamlı idman gerektiren yay gibi bir silahsa. Ava atış yapılan mesafelerde en az idmanla en yüksek verim sağlayacak yay makaralı yaydır. Yay primitifleştikçe ve özellikle nişangâh kullanmıyorsanız, yapmanız gereken şey düzenli antrenman yapmaktır; sezonda ve sezon dışında. Yay ile avlanacaksanız, önce iyi bir okçu olmak zorundasınız. Altıyüz yılı aşkın zamandır avlaklarda baskın silahın tüfek olması, tüfeğin daha kolay bir silah olmasından başka bir şeyden değildir. Unutmayın ki, ateşli silahlar bugünkü hallerine bir günde gelmediler ve gelişim çizgilerinin başlarında, yukarda bahsedilen yüksek kinetik enerji üretebilme kâbiliyetlerine rağmen, pek çok açıdan yay ve okun gerisindeydiler. Buna rağmen tüfeğin 15. yy ortaları gibi erken bir dönemde ordulara girmiş olması ve hem Osmanlı’da hem Avrupa askerî teşkilâtlarında hızla yaygınlaşması, bu ilkel çakaralmazların balistik üstünlüğüne bağlı değildi. Esas uzun menzilli hafif silahı yay olan ordulardan temelini tüfekli piyadenin oluşturduğu ordulara evrilmenin tarihi, profesyonel askerlerden müteşekkil ordulardan vatandaş-orduya evrilmenin tarihidir. Öğrenilmesi ve kullanılması kolay silah, eğitimi çok zor ve uzun yıllar alan silaha galip gelmiştir. [26] Dolayısıyla, tüfek kullanımınızdaki ustalığınızın size yay kullanımında beceri sağlayacağını düşünmeniz veya yayla avcılık için tüfekteki kadar az ön hazırlık ve idman gerektiğini sanmanız, kelimenin tam anlamıyla budalalık olur. Av yaylarında maharet kazanma konusunda dikkat edilmesi gereken iki nokta görüyorum: 1- Ava uygun şartlarda idman 2- Stres altında performans değişikliklerini ön görebilme Yay ve okla antrenman şartlarında hedef tahtasına atış yapmak başka, av şartlarında canlı bir hayvana atış yapmak bambaşka şeylerdir! Antrenmanda ısınırız. Hem kaslarımızı ve tendonlarımızda kan dolaşımı artar hem zihinsel konsantrasyonumuz yavaş yavaş yapacağımız işe yönelir. Birçoğumuz için antrenman mekânında ortam şartları olabilecek en uygun hale getirilmiştir. Rahat bir vücut pozisyonunda, sakin bir zihinle, iyi aydınlatılmış hedeflere, bildiğimiz mesafelerden atış yaparız. Avlanırken, bu şartların hemen hepsi kontrolümüz dışındadır. Avı gördüğünüzde ısınmadan tek ve isabetli bir atış yapmak zorundasınızdır. Ne zihnen odaklanmaya yardımcı olacak deneme atışı yapma şansınız vardır ne de kaslarınızı ısıtma imkânınız. Hattâ çoğu senaryoda, saatlerce oturduktan sonra hareketsizlikten uyuşmuş uzuvlarınızla ağır bir yayı çekmek zorunda kalırsınız. Avlandığınız ortam atmosferik şartların hâkimiyeti altındadır. Hava aşırı sıcak, aşırı soğuk, yağışlı ya da rüzgârlı olabilir. Işık hiçbir zaman istediğiniz gibi olmaz, çünkü hayvanların doğal eğilimi gölgelerde hareket etmek, bitki örtüsünü kullanarak saklanmaktır. Çoğu zaman gece atış yapmak zorunda olmak da cabası. Ava özgü atmosferik şartlara göre giyinmiş olmak da eğer aynı kıyafetle antrenman yapmamışsanız, bir sorun olarak karşınıza çıkabilir. Dolayısıyla, okçuluk antrenmanına av şartlarının simüle eden modeller eklemek her açıdan yarar sağlar. Hedef olarak 3-b hayvan hedefleri kullanmaktan değişik hava şartlarında çalışmaya, avda giyeceğiniz kıyafetlerle atış yapmaktan karanlıkta atış idmanı yapmaya kadar geniş bir çeşitlilikte modelleme yapabilirsiniz. Daha doğrusu yapmalısınız.
Gerçekçi 3-b hedeflerle antrenman yapmak av şartlarına hazırlanmak için iyi bir yoldur. Atış pozisyonunuzu, giydiğiniz kıyafeti vs. de av şartlarını simüle edecek şekilde modellemeniz gerçek koşullara daha iyi hazırlanmanızı sağlayacaktır. Bir diğer önemli faktör, ava atışta mâruz kalınan strestir. Bu da ava sıhhatli atışı zorlaştırıp etik öldürmenin önünde bir engel oluşturabilir. Avın karşısında adrenalin deşarjı yaşamak doğaldır ve avlanmayı tutku haline getiren faktörlerden biri de kuşkusuz duyulan bu heyecandır. Heyecanı yaratan, adrenalin hormonunun başlattığı biri dizi biyokimyasal reaksiyon ve bunlar takip eden fizyolojik değişikliklerdir. Bu “kaç ya da savaş” reaksiyonu, her yırtıcıda doğuştan vardır. Yapılan birçok bilimsel araştırma, hayatında ilk defa geyik gören bebeklerin bile adrenerjik cevap verdiklerini, oysa başka objelere karşı aynı cevabın ancak obje önceden tanındığı ve bir zevkle ilişkilendirilebildiğinde geliştiğini göstermiştir (ilgili kaynakta top örneği verilmiştir. Çocuk topun bir oyun ve zevk aracı olduğunu biliyorsa, top gördüğünde heyecanlanmaktadır). Bu araştırmalarda “avcılık aleyhtârı” insanlarda bile, kendilerine yaban hayvanı resimleri gösterildiğinde benzer bilinçsiz reaksiyonlar gözlemlendiği tespit edilmiştir.[27] Adrenerjik süreç avlanma için gereklidir ancak fazlası kişiyi davranışlarını kontrol altında tutamaz hale getirebilir. Hedef okçuluğunda “hedef paniği” (target panic) denilen bu klinik durumun avda tezahür eden şekli İngilizce “buck fever” (geyik ateşi) adıyla bilinir.[28]“Geyik ateşi” av tecrübesinin artmasıyla çözülebilirse de uzun deneyime sahip avcılarda kariyerlerinin bir ölümünde birdenbire peydâ olduğuna dair raporlar da vardır. Ava atış, geyik ateşinde olduğu kadar kötü sonuçlar doğurmadığı durumlarda da hedef atışlarına göre çok yüksek seviyede adrenalin salgısı altında yapılmaktadır ve avcının bu bakımdan da kendini eğitmesi sıhhatli bir atış ve etik öldürme için gereklidir. Katekolaminler insan vücudunda “savaş ya da kaç” cevabını tetikleyen hormonlardır. Avlanırken heyecanlanırız, ama bu heyecanın düşünme ve davranış zincirlerimizi bozacak kadar yüksek olması kötü atış yapmaya sebep olabilir. Hedefe atış yapmakla canlı bir hayvana atış yapmak farklı şeylerdir. Âdil takip ve etik öldürme modern tâbirlerdir. Ancak geçmişin avcılarının en azından bazı kültürlerde yaban hayvanlarına büyük saygı beslediklerine, kendi varlıklarını onlarınkine endeksli gördüklerine dair açık kanıtlar vardır. Yine de antik avcının daha pragmatik davrandığına şüphe yoktur. Prehistorik avcılığın güzel tasvirleri olan duvar resimlerinde geyiklere cepheden atış yapan avcılar görülmektedir. Geyikler, göğüslerinde çok sayıda ok saplı olarak koşarken resmedilmişlerdir. Sibirya’da bulunan Ren geyiği kemiklerinden de bu hayvanların su geçerken kanolardan, üst-arka taraftan atış yapılmak suretiyle avlanıldığı düşünülmektedir. Doğrudan kızıl koltuğa atış yapabilmek önü kesilen veya ardından kovalanan hayvanda neredeyse imkânsızdır. Prehistorik yayların replika çalışmaları, teknolojiler itibariyle düşük enerji depolayan bu yayların ancak çok sayıda isabetle hayvanları öldürebildikleri düşünülebilir. Yine Taş Devri teknolojisinin sınırlı aletleriyle ok gövdeleri de masif ağaç odunundan ziyâde ağaç sürgünlerinden, düz dal veren çalımsı bitkilerden veya kamış türlerinde imâl ediliyordu. Bunlar hafif malzemelerdi ve taş okbaşlarının da kütleleri düşük olduğundan, avcının silahı momentum olarak da yetersizdi. Çok sayıda isabet, daha çok kanayan çok sayıda yara demekti. Bundan sonrası için avcılar iz sürem becerilerine güveniyor olmalıydı. Primitif teknolojiyle yapılmış bu yaylarla avcılıkta okların zehirleniyor olma ihtimâlini de göz ardı etmemek gerekir. Mağara yerleşimlerinde bulunan kuş kemiklerinin sadece erişkin kuşlara ait olup aralarında yavru kuş kemiği bulunmaması bilim adamları tarafından prehistorik avcının bir tür “av mevsimi” gözettiği şeklinde yorumlanmıştır. Ancak avcıların sınırlı enerjilerini daha fazla et verecek büyük hayvanları avlamaya yönelik kullanmış olabilecekleri de düşünülebilir. Türk kültürüne bakıldığında ise avın saha pratiğinde İslâm ahlâkı kapsamında sünnet ve fetvâyla belirlenmiş sınırlamalara uymayan birçok uygulama görülmektedir. Modern zamanların insanı olarak her avcı kendi vicdânî yükümlülüklerinin farkında olmalıdır. İşin dinî veya kanunî tarafını bir kenara bırakın; insan türü olarak kendi varlığımızın doğadaki her canlının varlığına endeksli olduğu bugün kesin olarak bilinmektedir. Sadece türümüzün devamlılığını korumak için değil, nesiller boyu sürdürülebilir avcılık pratiği için de av pratiğinde beli bir adâlet duygusunun gözetilmesi gerekmektedir. [1] Kültür “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşüce, dil, sanat, yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgi” olarak tarif edilmektedir. |