TELHÎS-İ RESÂʾİLÂT-I RUMÂT’IN KİTAPLAŞMASI SÜRECİNE KÜÇÜK BİR KATKI MÜNASEBETİYLE




Ali Can Batmaz, Tirendâz Okçuları’nın tarihçi üyelerindendir. 1986 yılında Adana Ceyhan’da doğan Batmaz 2010 yılında Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Okuyacağınız makale, Batmaz’ın T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulduğu ve 19. yüzyılda yazılmış ünlü bir “okçuluk risâleleri özeti” nin basılmasına dair belgenin analizidir.

TELHÎS-İ RESÂʾİLÂT-I RUMÂT’IN KİTAPLAŞMASI SÜRECİNE KÜÇÜK BİR KATKI MÜNASEBETİYLE

Yazan: Ali Can Batmaz

Anadolu’da, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı’nın klasik döneminde hem bir spor hem de savaş sanatı olarak icra edilen okçuluk, Osmanlı ordusunda ateşli silahların öne çıkması ve orduda modernleşme ile sadece bir spor dalı olarak varlığını sürdürmüştür. 19. yüzyılda II. Mahmud’un okçuluğa merakı ve okçuluğun kültürel bir spor mirası haline dönüşmesi için giriştiği faaliyetler, neticesini varlığını günümüze dek sürdüren yazılı kaynaklar olarak vermiştir.[1] Türkiye’de son 10 yıl içinde geleneksel okçuluğun yeniden canlandığını görmekteyiz. Her ne kadar Türkiye’de akademik camiada çok fazla üstüne düşülen ve çalışılan bir konu olmasa da, okçuluğu sadece pratik olarak icrâ etmekle kalmayıp teorik kısmıyla da ilgilenen grubumuz senelerdir faaliyet göstermektedir. Cumhuriyet döneminde daha önce uygulanmamış olan, bir tâlibin okçuluk sanatına girişinin tescîl edildiği Küçük Kabza Alma Töreni’nin ilk defa Tirendâz çatısı altında gerçekleştirilmesi, hattâ tarihte ilk defa olarak, erkek üyelerden başka bayan üyelerin de bu törende “kabza alması” gerçekten kültürel bir mirasın yeniden canlandırılması adına en somut örnektir.[2]

Türk Geleneksel okçuluğu konusunda daha fazla ilerleme sağlamak için birincil kaynak olarak Osmanlı ve Memlûk risalelerinden faydalanmak gerekmektedir. Ancak bu tür yazma eserlerden Memlûklulara ait olanların bir kısmının Arapça yazılmış olması yanında, Türkçe yazılmış Memlûk ve Osmanlı eserlerinin dil, üslup ve ifâde bakımından ağır olması, eserlerden bilgi edinilmesini güçleştirmektedir. Ayrıca, yüzyıllar içinde okçuluk bir savaş sanatı ve yay bir silah olma özelliğini yitirmeye başladığından, teknik ve teçhizatın bir spor disiplinin gereklerine göre farklılaşmış olması muhtemeldir. Değişik dönemlere ait okçuluk risâlelerinin buna bağlı içerik farklılıkları olması da beklenebilir. Osmanlılar’ın okçulukla ilgili bilginin devşirilmesinde benzer bir sorunla karşı karşıya olduğu düşünülebilir.  II. Mahmud’un, çok sayıda risâlenin incelenerek bir özet haline getirilmesini emretmesi bundan olmalıdır. Böylelikle, okçulukla ilgili önemli bilgilerin bir arada bulunduğu bir derleme ortaya çıkmıştır. Bu eser, II. Mahmud’un kahvecibaşılığı görevini icrâ eden Mustafa Kânî Bey (?-1850)’in yazmış olduğu Telhîs-i Resâʾilât-ı Rumât’ıdır.[3] Eser, birkaç yıl önce de hem  sadeleştirilmiş metin  hem transkripsiyon hem de tıpkı basım formatında Mehmed Canatar ve Kemal Yavuz tarafından yayımlanmıştır.[4] Bu çalışmanın tanıtım bölümünde Mustafa Kâni Bey’in hayatı, faaliyetleri ve yazmış olduğu eserin içeriği hakkında bilgiler sunulmaktadır. Ancak okçulukla ilgili içerik, eserin orijinal versiyonunda yazılanlardan ileri gitmemektedir. Tirendâz Grubu’nun okçuluk konusundaki misyonun bir parçası da; okçuluk konusundaki birincil kaynaklara ulaşmak ve yeni bilgiler elde ederek bir parça dahi olsa okçuluğa katkıda bulunmaktır. Bu bağlamda, “Osmanlı Arşivleri’nde karşımıza okçuluk hakkında ne tür belge ve bilgiler çıkabilir?” sorusuna yanıt bulmak için giriştiğimiz araştırmalarımız sırasında Telhîs-i Resâilât-ı Rumât hakkında çok ilginç bir belgeye ulaştık.

Bu belge, Osmanlı ve Türk Okçuluğu denilince birincil kaynaklar arasında zikredilen, neredeyse “Türk okçuluğunun kutsal kitabı” sayılabilecek bir eserin basım, yayım ve satış bilgilerinin yer aldığı bir resmî vesikadır. İki bölümden oluşan makalemizin ilk bölümünde belgenin diplomatika açısından değerlendirilmesi sunulacak (Belgenin orijinali ve tam metin transkripsiyonu da bu bölümde paylaşılacaktır). İkinci bölümde ise belgenin içeriğiyle bahsi geçen eserin orijinal nüshasında yer alan içerik ve tarihlendirmeler kısmına atıflarda bulunulacaktır.

Belgenin Osmanlı Diplomatikası Bakımından Değerlendirilmesi

Arşivlerde Osmanlı tarihinin siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel, idarî vb. dalları hakkında bilgi bulmamızı sağlayacak, farklı yüzyıllara ait çok sayıda belge ve defterler mevcuttur. Belgeler de ve defterlerde yer alan bilginin metodolojik olarak incelenmesiyle anlamlı, birbirini tamamlayan veriye dönüştürülmesi kolay bir süreç değildir. Çünkü, değişik tür belge ve defterlerin incelenmesi için sadece Osmanlıca bilmek yeterli değildir. Arapça ve Farsça’nın etkisiyle neredeyse ayrı bir dile dönüşe “Osmanlıca”nın iyi anlaşılması için Arapça ve Farsça bilmek de yeterli değildir. Belgelerde ve defterlerde yer alan terim, ifâde ve ibârelerin hem kelime hem ıstılah anlamının bilinmesi, terimin belgede anlatılan konuya dair anlamının tespit edilmesi gerekir. İnceleyeceğimiz belge, Sultan II. Mahmud’a elyazması olarak teslim edildikten yaklaşık 10 yıl sonra basılan Telhîs-i Resâʾilât-ı Rumât’ın matbû bir eser haline gelmesi sürecini açıklığa kavuşturmaktadır.

Söz konusu belgenin diplomatika açısından tahliline geçmeden, belgenin orijinalini ve tam metin transkripsiyonunu paylaşıyoruz:

 

 

Tabʿ ve temsîl olınan Kemânkeş Risâlesi’nin Satılması[5]

            Atûfetlü Efendim Hazretleri

            Takdîmhâne-i âmire nâzırı saʿâdetlü beg efendi hazretlerinin manzûr-ı âlî buyrılmak içün tesyîr-i sû-yi sâmîleri kılınan bir kıtʿa takrîri meʾâlinde müstefâd olacagı vechle fenn-i celîl-i kemân-keş ve tîr-endâzî hakkında zîver-i sahâʾif baʿzı kütüb ve resâʾil olan ahâdîs-i şerîfe-i hazret-i nebeviyye ve âsâr-ı celîle-i sâʾireden mukaddemâ duhân gümrügi emîni saʿâdetlü Kânî Beg Efendi Hazretleri maʿrifetiyle cemʿ ve tertîb olınan risâlenin müteʿallik buyrılan irâde-i seniyye mucibince tabʿhâne-i âmire malı ve nısf-ı tertîb olarak tabʿ ve temsîline bed’ ve mübâşeret ile bu defʿa resîde-i hüsn-i hatm olması ve baʿzı zevât-ı kirâma iʿtâ olınmak üzere yüz cildi mîr-i müşârün-ileyh tarafına bilâ-semen irsâl olınmak hasebiyle beş yüz cild üzerine hesâb olınarak beher nüshası yigirmi ikişer gurûş on sekiz pâreye masarıfla vücûda geldigine ve ellişer gurûş yigirmi ikişer pâreye temettuʿ ilâvesi derece-i iʿtidâlde görindigine binâen ol vechle beş yüz cildinin tâliblerine fürûhtını beyân ve istîzân olunmuş olmağın ber-mûceb-i istîzân icrâ-yı iktizâsı muvâfık irâde-i seniyye-i şâhâne buyrulur ise mâliye nezâret celîlesine havâle olınacagı ve risâle-i mezkûreden gönderilmiş olan iki nüsha-yı şerîf dahî takdîm-i pîşgâh-ı hilâfet-i iktinâh hazret-i zılu’l-lahî buyrılmak içün tesyîr-i sû-yi sâmileri kılındıgı beyânıyla tezkere-i senâverî terkîm olındı efendim.                                                                                      Fî 14 Zilhicce sene 1263/23 Kasım 1847

            Marûz-ı çâker-i kemîneleridir ki

            Resîde-i dest-i taʿzîm olan işbu tezkire-i sâmiyye-i asâfâneleriyle zikr olınan takrîr ve nüsha-i şerîfe manzûr-ı âlî-yi cenâb-ı cihândârî buyrılmış ve işʿar ve istîzân olındıgı üzere mezkûr risâlenin beherine ol kadar temettuʿ iʿlânesiyle tâliblerine fürûhtı zımnında icrâ-yı iktizâsı müteʿallik ve şeref-südûr buyrılan emr ve irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî muktezâ-yı münîfinde bulınmış ve mezkûr nüshalar bi’t-tevkîf takrîr-i mezbûrına savb-ı sâfî-i asâfânelerine  iʿâde ve tisyâr kılınmış olmagla ol bâbda emr ve fermân hazret-i menlehü’l-emrindir                                                                    Fî 16 Zilhicce sene 1263/25 Kasım 1847[6]

Görüldüğü üzere belge iki bölümden oluşmaktadır. İlk paragraf elkabından da anlaşılacağı üzere Sadâret makamı tarafından kaleme alınmıştır. Giriş cümlesinden; eserin basımı, satışı ve fiyatlandırılması konularının gerekli izin alınarak halledilmesi hususunda sadâret makamına arz (manzûr-ı âlî) yazıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca aynı paragrafta yer alan “irâde-i seniyye[7] buyrulması” arzı da konunun bir nihâyete kavuşturulması için sadece padişahın iznine gereksinim duyulduğunu göstermektedir. Bizzat sadrazam yahut sadâret makamı görevlisi olan başkâtip tarafından sadrazam adına yazılıp padişaha sunulmuştur.[8] Belgenin ikinci paragrafında da yine elkabdan anlaşılacağı üzere padişahın kararı -ama padişah tarafından yazılmamıştır- bir hamiş (ilâve kısım) ile eklenmiş ve sadâret makamına geri gönderilmiştir. Belgenin hamiş kısmındaki tâbirler, bu bölümün padişah tarafından değil, başmabeyn kâtibi tarafından yazıldığına işaret etmektedir. Çünkü padişahlar hamişlerini belgenin alt tarafına değil üst tarafına yazarlardı ve kararlarını net, kısa, süssüz bir yazı ile belirtirlerdi. Ancak bu belgede karar kısmı ilk paragrafın altında olup son derece süslü tâbirlerle yazılmıştır. Metnin tamamındaki ifâdelerin ve yazılış tekniğinin incelenmesiyle, belgenin türünü rahatlıkla söyleyebiliriz: Padişaha sunulan, onun kararı doğrultusunda adı geçen eserin basımına ve satışına izin verilmesi hususunu önce sadâret makamına, sonra da Mâliye Nezâreti’ne bildiren bir “Arz Tezkiresi Hâmiş’ine İrâde’dir”.

 

Belgenin Sunmuş Olduğu Bilgilerin Değerlendirilmesi

Belgenin bize sunmuş olduğu ilk bilgilerin en önemli niteliği şudur: İncelediğimiz belge, bahsi geçen eser hakkında dolaylı olmakla beraber kesin bilgiler sunmaktadır. Mustafa Kânî Bey’in eseri elimize olmasaydı ve hattâ varlığı bilinmeseydi bile bu belge eserin basım tarihi, hangi şartlarda satışa çıktığı, dahası içerik olarak bir hülâsa olduğu gibi bilgileri bize aktarıyor olurdu. Eser günümüze kadar ulaşmış, hattâ yakın zaman önce orijinal metni, metnin transkripsyonunu ve Yenitürkçe versiyonunu ihtiva eden kapsamlı bir kitap olarak yayınlanmıştır. Ancak bu belge, Osmanlı okçuluğuyla ilgili bu çok önemli ve ünlü eserin basımı ve satışı için geçirdiği süreci göstermesi hasebiyle oldukça önemlidir.

Eserin elyazması olan asıl nüshasında da yazarın eserine vermiş olduğu isim “Telhis-i Resailât-ı Rumât” tır. Eserin isminde kullanılan “resâilât”, “risâle” kelimesinin çoğuludur. Böylece, adı geçen eserin birçok risâlenin derlenip özetlenmesiyle meydana getirildiği anlaşılmaktadır.[9]  Eserin matbû versiyonunda ismi, orijinal versiyonda kullanılan Farsça terkip yerine Arapça terkiple, Telhîs-i Resâʾilü’r-Rumât” olarak verilmiştir. [10]

Belgeden edindiğimiz bir başka bilgi ise eserin basıldığı dönemde yazarının meslekî kariyerinin neresinde olduğudur. Eser yazıldığı sırada Mustafa Kânî Bey’in hayatını hangi mevkide sürdürdüğünü görmekteyiz. Eserin yazılıp dönemin padişahı II. Mahmud’a sunulduğu tarihte (Hicri: 1252/1836) Mustafa Kânî Bey sultanın Kahvecibaşısı olarak sarayda görevlidir. Ancak, elimizdeki belgede, Mustafa Kânî Bey’in görevi “duhan gümrüğü emini” (tütün vergi amiri) olarak belirtilmiştir. Yani eserin yazıldığı tarih ile basıldığı tarih (Hicri: 1263/1847-Abdülmecid dönemi) arasında Mustafa Kânî Bey, kariyerinde yükselmiştir ve meslek hayatına daha yüksek bir mevkide devam etmektedir.

Telhis, elyazması, kaleme alınmasından 11 yıl sonra basılmıştır. Bunun sebebi sorulabilir. Osmanlı okçuluğunun kültürel bir mirasa dönüştürülerek okçulukla ilgili bilginin korunmasını amaçlayan böylesi bir derlemenin basılması neden bu kadar gecikmiştir? Sultan II. Mahmud döneminde tutulan ve şu anda elimizde başka döneme ait bir örneği bulunmayan “Ok günlüğü”nde Telhîs-i Resâilât-ı RumâtIn varlığına dair bilgi yoktur. Ok günlüğünü tutan kişi ya da kişiler -ki yazı türüne bakılırsa tek bir kişi- günlük okçuluk aktivitelerinin içinde ve bunlara şâhit olmalarına rağmen, II. Mahmud’un böyle bir telhis yazılması emri verdiğinden bahsetmiyorlar. Dahası, Mustafa Kânî Bey’in ismi de hiçbir bölümünde yer almıyor. Kendisi, sultanın yanıbaşındaki okçulardan biri olarak, metinde “Kahvecibaşı” olarak belirtilen kişidir.[11]

Bahsettiğimiz gibi belge eserin sadece basımıyla değil satışıyla ilgili bilgi de vermektedir. Eserin kaç cilt basılacağı ve basılan kitapların hangi fiyata satılacağı da belgede yer almaktadır. Bu belgeye göre, eserin 100 cildi ücretsiz olarak yazarına verilecektir. Bu nüshaları yazarın istediği kişilere sunması (veye isterse satması) öngörülmektedir ki bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. Bugün de bir kitabı yayınlayan yayınevi, belli sayıda nüshayı ücretsiz olarak yazara verir. Böylece yazar bu kitapları ücretsiz olarak çevresinde bulunan önemli insanlara verme, hediye etme olanağına sahip olmuş olur. Buna ilâveten, kendisine teslim edilen kitaplara hariçten talep gelmesi halinde, bunları basım masrafı karşılığında satmasına izin verilmiştir (Eserin basım masrafı 50 gurûş 22 pâre olarak verilmiştir).[12] Osmanlı eğitim kurumları 19. yüzyılda modernleşmiş, sayı ve tip olarak artış göstermiştir. Bu dönemde edebiyata duyulan ilginin artması ve bu dalda verilen eserlerin fazlalaşması gibi sebeplerle, kitap gereksiniminin ve dolayısıyla basılan kitap sayısının da artmış olabileceği pek açıktır. Değişen hayat şartları karşısında genişleyip gelişen, bir yandan da yeni problemlerle boğuşan İstanbul’da, bir savaş sanatı ve spor dalı olan okçuluğu kültürel bir mirasa dönüştürmek için girişilen bir çabanın ürünü olan bu kitap 600 adet basılmıştır. Ünsal Yücel’in Türk Okçuluğu adlı kitabında verdiği kabza sahibi kemankeşlerin isim listeleri 19. yy’da ve özellikle II. Mahmud sonrasında, okçulukla ilgilenenlerin sayısında bir düşüş olduğunu göstermektedir.[13] Ancak 19. yy’da okçuluk önemli bir çıkış yaşamıştır. Sultan II. Mahmud’un emriyle yazılan bu eserin yanı sıra, sultanın saha performanslarını belgeleyen bir ok günlüğünün tutulması, bu dönemde okçuluğun durumu hakkında fikir sahibi olabileceğimiz kaynaklar yaratmıştır. Dahası 19. yüzyıl, devletin merkez teşkilâtında meydana gelen reform ve yeniden yapılanmanın bürokrasiye bir etkisi olarak, daha kayıt tutmanın daha ciddiye alındığı ve arttığı bir dönemdir. Belki de bu sebeple, Osmanlı tarihinin son dönemine ait belge ve defterler, Osmanlı arşivinde çalışan araştırmacıların daha çok rağbet gösterdikleri ve arşiv görevlilerinin de daha iyi tasnif ettiği kaynaklardır. Her ne kadar o dönemde satılan kitap sayısı, kitaba biçilen satış fiyatının yüksek olup olmadığı, basılan nüshaların hangi kütüphane ya da eğitim kurumlarına gönderildiği gibi bilgileri haiz değilsek de padişah emriyle yazılan böylesi bir nâdîde eserin 600 cilt basılması, bir spor faaliyeti olarak okçuluğa duyulan ilginin hâlâ belli bir seviyede olduğunu göstermektedir.[14]

SONUÇ

Birkaç yıl önce Fetih Cemiyeti tarafından transkripsiyonu, sadeleştirilmiş Türkçe versiyonu ve orijinal metniyle “Okçuluk Kitabı” adıyla yayınlanan Telhis’in serüvenini, arşivlerde yeni bilgilere ulaşıldıkça daha ayrıntılı anlamak mümkün olacaktır. Ve sadece eserin değil, yazarının serüvenini de. Kaynaklarda adı geçen önemli bir okçu olarak, son dönemin bu en önemli eserini kaleme alan Mustafa Kânî Bey de okçuluk tarihindeki yerinin araştırılıp ortaya çıkarılmasını fazlasıyla hak ediyor.

Kaynakça ve Bibliyografya

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ..DH../İrâde-Dahiliye, Dosya No: 162/Gömlek No: 8413.

KUŞOĞLU, Mehmet Zeki, Türk Okçuluğu ve Sultan II. Mahmud’un Ok Günlüğü, Hazırlayanlar: Necati AKTAŞ/Fatma ŞEN, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Osmanlı Belgelerinin Dili(Diplomatik), Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1994.

Mustafa Kânî Beg, Telhîs-i Resâʾilü’r-Rumât, Dârü’t- Tabâʿatü’l- Âmire, İstanbul, 1263.

Mustafa Kânî Bey,  Okçuluk Kitabı: Telhîs-i Resâʾilât-ı Rumât, Hazırlayanlar: Kemal YAVUZ – Mehmed CANATAR, Editör: İ. Aydın YÜKSEL, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, 2010.

ÖZVERİ, Murat, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, Umut Matbaacılık, İstanbul, 2006.

PAKALIN, Mehmet Zeki, “İrâde-i seniyye”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1983.

YÜCEL, Ünsal, Türk Okçuluğu, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999.

 

[1] Okçuluğun kültürel bir miras boyutu kazanması konusunda sadece II. Mahmud anılmamalıdır. III. Selim’in de modernleşme çabalarının yanında okçuluğun kaybolmaması adına girişimleri önemlidir.

[2] Geleneksel okçuluk üzerine söz konusu faaliyetleri gerçekleştiren grup; Dr. Murat Özveri liderliğindeki Tirendaz Geleneksel Okçuluk Grubu’dur. Dr. Murat Özveri’nin geleneksel ve modern okçuluğu teorik, pratik ve teknik yönleriyle yeniden ele aldığı, son derece açık ve anlaşılır bir tarzda yazdığı bir kitabı bulunmaktadır. Söz konusu kitap için bakınız: Murat Özveri, Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey, Umut Matbaacılık, İstanbul, 2006.

[3] Bir noktayı belirtmekte fayda vardır. Eserin yazarı olarak her ne kadar Öustafa Kânî Bey’in ismini versekte aslında O, eserin hazırlayınıdır ama yazarı olduğu kesin değildir. Çünkü eserin tek orijinla nüshasının yazarı, devrin önemli hattatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi(1801-1876)’dir.

[4] Mustafa Kânî Bey,  Okçuluk Kitabı: Telhîs-i Resâʾilât-ı Rumât, Hazırlayanlar: Kemal Yavuz–Mehmed Canatar, Editör: İ. Aydın Yüksel, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, 2010.

[5] Orijinal belgede, yukarıda görülen “Tabʿ ve temsîl olınan kemânkeş risâlesinin satılması” veya başka herhangi bir başlık yoktur. Mevcut başlık, Başbakanlık Osmanlı Arşivi görevlilerince belgenin okunup kataloglanması sırasında belge için düşülen özet başlığıdır.

[6] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İ..DH../İrâde-Dahiliye, Dosya No: 162/Gömlek No: 8413.

[7] “İrâde-i seniyye” nin sözlük anlamı “ yüce, yüksek emir”dir. Terimin Osmanlı diplomatikasında anlamı ise “Padişahın bir şeyin yapılması ya da yapılmamasına yönelik verdiği emir”dir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Zeki Pakalın, “İrâde-i seniyye”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1983, s. 78-79; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili(Diplomatik), Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 183.

[8] Belgenin içeriğini oluşturan konu padişaha yazılı değil sözlü olarak sunulur. Bu tarz belgelere verilen irâdeler de sözlüdür. İrâde-i seniyye tarzı bir emri “hatt-ı hümâyûn”lardan ayıran budur. Arz  başmabeyn kâtibine sunulmuş, padişah kararını yazılı değil şifahî bildirmiş, bu karar başmabeyn kâtibi tarafından kaleme alınıp sadâret makamına geri gönderilmiştir.

[9] Mustafa Kânî Bey, a.g.e., s. 599/2a(Asıl metin kısmı).

[10] Mustafa Kânî Beg, Telhîs-i Resâʾilü’r-Rumât, Dârü’t- Tabâʿatü’l- Âmire, İstanbul, 1263, s. 272. Ayrıca eserin kapak kısmında yer alan çok kısa tanıtım yazısında da eser bu isimle tanıtılmıştır. Biz eserin matbû metni için İSAM Kütüphanesi’nde 790. MUS. T 1293 numara ile tasnifli bulunan eseri kullandık. Tasnif numarasında da görüleceği üzere İSAM Kütüphanesi görevlilerince eserin basım tarihi katalog kayıtlarına 1263 değil 1293 olarak yanlış bir tarihle geçilmiştir.

[11] Mehmet Zeki Kuşoğlu, Türk Okçuluğu ve Sultan II. Mahmud’un Ok Günlüğü, Hazırlayanlar: Necati Aktaş/Fatma Şen, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 123-190.

[12] BOA, İ..DH.., (Metiniçi belgenin ilk paragrafı). Bu para miktarının günümüzdeki karşılığını maalesef hesaplayamdık.

[13] Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. 158-239.

[14] Telhîs-i Resâilât-ı Rumât’ın yayını ve basımı hakkında Osmanlı Arşivi’nden birkaç belge daha elimize geçmiştir. Ancak devam eden araştırmalarımızda bir belge daha bulmamıza rağmen belgenin dijital ortamda bulunmuyor olması, belgeye ulaşma süremizi uzatmıştır. Son belgenin de elimize geçmesi ile meselenin daha bilimsel bir seviyede araştırılıp daha renkli, sorulara yanıt bulabileceğimiz bir makalenin yazımı mümkün olacaktır.