Posted by admin in on 10th 12 2012
Erken İslamiyet Dönemi Türk Okçuluğu ve Başparmak BırakışıDr. Murat Özveri İngilizce’ den çeviren: Akın Öğretici Yay, yaklaşık 15.000 yıldır insanlık tarihinin bir parçasıdır. Tüm bu binyıllar boyunca yay, kültürden kültüre farklılıklar gösteren kiriş çekme ve bırakma teknikleriyle kullanılmıştır. Bu tekniklerden biri olan “başparmak çekişi”, bahsedeceğimiz yöntemi tanımlamak için çağdaş yazarlar tarafından tercih edilen bir terimdir. İşin çoğunluğunun başparmak tarafından yapıldığı, tutuşun kuvvetlendirilmesinde elin diğer parmaklarının da kullanıldığı bir çekme ve bırakma yöntemini tanımlar. Başparmak çekişi terimi, başparmağın kullanıldığı ve Edward Morse’un sınıflamasında “pinch draw” (çimdik çekişi) veya “primary draw” (birincil çekiş) olarak adlandırılan tekniğinden ve onun çeşitlemeleri sayılabilecek “secondary draw” (ikincil çekiş) ve “tertiery draw” (“üçüncül çekiş) tekniklerinden farklıdır. Morse bu tekniği isimlendirirken “Moğol çekişi” terimini tercih etmiştir. Ancak bu isimlendirmeye temel oluşturan, bu tekniğin Moğollara ve “benzer ırklara” ait olduğu tespitinde hata yapmıştır. 19. yüzyıl sonlarında bu tip ırk temelli görüşler Avrupa aydınları arasında normal kabul ediliyordu. Bu isimlendirme Charles Darwin’in meşhur eseri “Türlerin Kökeni Üzerine”den sadece 21 yıl önce yapılmıştır. Darwin’in bu yapıtı sadece çağının bilim dünyasını sallamakla kalmamış, aynı zamanda insanların zihinlerine de etki etmiştir. “Sosyal Darvinizm” gibi felsefelerle beslenen Avrupa’nın entellektüel camiasında milliyetçi eğilimler artmış, çok geçmeden II. Dünya Savaşı ateşini yakacak ilk kıvılcımların parlamasına sebep olmuştur. Başparmak çekişi, modern ve daha doğru bir tabirdir. Doğruluğu her şeyden önce, tekniğin belli bir coğrafyada yaşayan ya da belli ırklardan gelen insanlara mâl edilemeyecek kadar geniş yayılım göstermesindendir. Öyle ki, Afrika ve Amerika’da dahi başparmak bırakışının farklı şekillerine rastlanabilir. Türk geleneksel okçuluğu bir çok yönüyle istisnaidir ve Türk okçuları da tüm tarihleri boyunca başparmak bırakışını kullanmışlardır. Xiung-nu, Hun ve Göktürk gibi çok erken Türkî kültürlerde başparmak bırakışının yapıldığına dair yeterli kanıt olmamasına rağmen, Selçuklu okçularının bu tekniği kullandığı bir çok tasvirde görülebilmekte ve yazılı kaynaklarla desteklenmektedir. Roman Diyojen komutasındaki Bizans ordusu ve Alp Arslan komutasındaki Selçuklu ordusu arasında geçen Malazgirt savaşı, Selçuklular’ın zaferiyle sonuçlanmıştı. Yıl 1071’di ve Alp Arslan’ın amcasıyla babasının Gazneliler’in ordusunu yenip İran, Irak ve Suriye’yi kontrol altına alacak bir devlet kurmalarının üzerinden sadece 31 yıl geçmişti. Bu “genç” devletin büyük Bizans ordusuna ve meşhur generaline karşı aldığı başarı, tarihçiler tarafından ilgiyle incelenmiştir. Birçok diğer etkenin yanında Selçukluların ok ve yayı kullanma becerileri de zaferin bir sebebi olarak görülmüştür. Ne Roman Diyojen’in Peçenek ve Uz gibi Türkî kavimlerle yaptığı savaşlardan edindiği tecrübe, ne de bu azınlıkların ordusunda yer alması sebebiyle sahip olması gereken bilgi Selçukluların tipik göçebe taktik ve stratejilerinin savaş alanında ona karşı uygulamasını engelleyebilmiştir. Bu taktik ve stratejilerinin kalbinde de yay, ok ve başparmak çekişi vardır. Selçuklu Sultanlığı erken 11.ci yüzyılda başlamıştır. Selçuklu imparatorluğunun yükselişinin Haçlı seferlerini tetikleyen faktörlerden biri olması olasılığı akla yakındır. Alexios’un, doğudan Anadolu’ya gelen “Müslümanları” durdurmak için Papa’dan yardım istemesi şüphesiz bir etkendir. Bu sürecin Avrupalılar tarafından az bilinen kısmı ise, Haçlılarla ilk karşılaşan ve daha sonra Kudüs’e karadan geçişi tamamen kapatanların Selçuklular olduğudur. “Halkın Haçlıları” (People’s Crusade) olarak bilinen ilk ordu 1096’da Sultan Kılıç Arslan tarafından tamamen yok edilmiş olsa da iyi eğitimli ve zırhılı şövalyelerden oluşan ikinci ordu, onu bugün Eskişehir yakınlarında bulunan antik bir şehirden adını alan savaşta, Dorileon Savaşı’nda mağlup eder. Bu Haçlılar, Kudüs’e kara yoluyla ulaşabilen ilk ve tek ordudur. Kılıç Arslan, hatalarından ders alabilen bir liderdir. Bu yüzden 1101 yılında gelen diğer üç orduyu küçümsememiştir. Doğusundaki bir diğer Türk Devleti’ni yöneten ve ortak geçmişleri ihtilâf üzerine kurulu olan Danişmend Gazi ile ittifak kurmuş; bu büyük Haçlı ordularını yenmişlerdir. Bozgundan ancak birkaç şövalye güçlükle canını kurtarabilmiştir. Haçlı kronikleri bu karşılaşmalarda Selçukluların inanılmaz okçuluk yeteneklerinden bahsetmektedir. Haçlılar, düşmanlarının alışılmışın dışında savaş yeteneklerini takdir etmekten de çekinmemişlerdir. Sözünü ettikleri esnek ve hareketli bir muharebe stratejisiyle birlikte; isabetli, şaşırtıcı derecede uzak mesafelerden atılan oklardan oluşan, uzun süreli ok yağmurlarıydı. Selçuklular yüz yüze çarpışma yerine, düşmanı ok atışlarıyla ve hızlı vur-kaçlarla yıpratıp bezdiren bir savaş yöntemini tercih eden atlı savaşçılardı. Onlar, bozkırın zor yaşam şartlarında yoğrulmuş bozkır halklarıydı. Yay onların esas silahıydı ve eğitimine çocukluklarının ilk dönemlerinde, yaklaşık 4 yaşında başlarlardı. İyi birer binici ve okçu olmalarının yanında, sıra dışı özellikleri haiz bir yaya sahiptiler: Uçbükümlü, dışabükümlü (recurve, reflex) Asya tipi kompozit yay. Bu yayın onların savaş alanındaki performansı üzerine etkisi tartışılmasa da bundan ayrı düşünülemeyecek bir diğer önemli faktör bu yayı nasıl kullandıklarıdır. Bahsi edilmesi gereken şey, yay kirişini çekip bırakma yöntemleri, yani başparmak çekişidir.
Yüzyıllar sonra Osmanlı okçuları, menzil okçuluğunda bazıları bugüne kadar kırılamamış rekorlara imza atacaklardı. Ellerinde Asya tipi uçbükümlü-dışabükümlü yayın daha gelişmiş bir versiyonu olacaktı ve başparmak çekişi bu başarılarında da önemli bir rol oynayacaktı. Bu çekiş tekniğinin sunduğu bazı avantajlar vardır. Ok gövdesinde atış sırasında meydana gelen ve “okçu paradoksu” denine fenomeni oluşturan esneme, Akdeniz bırakışı (yay kirişinin işaret, orta ve yüzük parmakla tutulduğu teknik) ile karşılaştırıldığında “zıt” yönde olur. Bu sebeple, başparmak çekişiyle ok atılırken ok yayın sağ tarafına yerleştirilir. Böylece ok tirkeşten çıktıktan sonra yaya direkt, engelsiz ve daha kısa bir yol izleyerek ulaşır. Bu sayede okları gezlemek (kirişe takmak) de daha hızlıdır. Ok gezlendikten sonra el “mandal” denen özel bir şekilde kapatılır. Mandalda işaret parmak başparmağın tırnağı üzerine kapanarak tutuşu kuvvetlendirir. Bu pozisyonuyla işaret parmak oka hafif bir baskı uygular ve bu baskıyla ok yaya yaslanır. Bu baskı, bütün atış sürecinde oku yerinde tutacak bir stabilizasyon sağlar. Okçu yayıyla ayakta veya at üzerinde, arkaya dönerek veya diz çökerek, yay herhangi bir tarafa herhangi bir açıyla eğilmişken bile rahatlıkla atış yapabilir. Üç parmakla çekişin tersine, kirişi çeken elin boşta olan parmakları arasında fazladan ok tutulabilir ve bu oklar arka arkaya hızlı bir şekilde gezlenip atılabilir. Atış sırasında ok gövdesindeki bükülme yalnızca (Akdeniz çekişindekine göre) zıt yöne doğru olmakla kalmaz, daha hafif de olur. Bu da belli bir yay için, o yaya uygun esneme değerindeki ok gövdesi çeşitliliğini arttırır. Pratik olarak, ihtiyaç anında savaş alanında bulunan –başka okçulara hattâ düşmana ait- oklar, iyi bir isabetlilikle tekrar kullanılabilir. Teorik olarak, ok gövdesinin atış anında daha az bükülmesinin bir diğer avantajı enerji kayıplarını azaltması ve okun çıkış hızını arttırmasıdır. Tirendâz Okçuları olarak, bu teoriyi yaptığımız bir deneyle ispatlama imkânı bulduk. Deneyde, başparmak ve Akdeniz çekişleriyle yapılan atışlarda ok çıkış hızını kronografla ölçtük. Bu kısa çalışmamızda, başparmak çekişiyle ok atan iki deneyimli okçuyla, Akdeniz bırakışıyla ok atan bir deneyimli okçu yer aldı. Testte 55#@28 çekiş kuvvetinde, solid fiberglastan mamûl bir Osmanlı yayı replikası ve 513 ile 422 grain ağırlığında iki ok kullandık. Sonuçlarımıza göre, rijit bir materyalden ve lâyıkıyla yapılmış bir zihgir kullanılarak yapılan başparmak çekişinde, okun yaydan çıkış hızında %6.4’lik bir artış oldu. Hesaplamalarımız, bu hız farkının kinetik enerjiyi %12.29 oranında arttırdığını gösterdi. Küçük enerji farklarının bile ölüm ve kalım arasındaki ayrımı belirlediği savaş veya av şartlarında, bu farkın anlamlı addedilebileceği açıktır.
“Carmakî” veya “fard veya kırat” alışılmışın çok dışında bir teknik olup, kuyu veya sarnıç gibi derin ve dar mekânlardaki düşmanı vurmak için uygulanırdı. Aynı zamanda at üzerinden yırtıcı hayvan avlayan avcının atına saldıran “av”ın vurulmasına da yarardı (Fotoğraf: Suat Gürsoy) Yay kullanım teknikleri, onu kullanan insanların ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda evrimleşmiştir. Kısa kompozit yaylar ve başparmak çekişinin etrafında, kendine has ilâve teknikler ve aksesuvarlardan bir çeşitleme meydana gelmiştir. Bu çeşitlemelerin özellikle bir tanesi başparmak çekişinin okçuya kazandırdığı hareket esnekliğini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Bu ilginç teknik doğu kaynaklarında “fard veya kırat” veya “Carmakî” adıyla geçer. Okçunun kuyu veya sarnıç gibi dar ve derin mekânlardaki hedefi vurabilmesi içindir. Okçu bu şekilde ok atarken, aşağı-yana eğilmek zorunda kalmaz, dengesini kaybetmez ve aşağıdaki düşmana hedef teşkil etmez. Carmakîde kiriş baş üzerinde çekilmeye başlanır, ama hareket alışılagelmiş olduğu şekilde başın ön kısmından kulağa devam edeceğine, kiriş başın arkasından enseye doğru çekilir. Bu arada yay aşağıya bastırılır, üst yay kolu okçunun sol yanında ve ucu arkaya dönük hale gelir. Bu pozisyonda okun ucu dümdüz aşağıya doğru bakmaktadır. Tâlimde, hedefin okçunun (yayı sol elinde tutan okçu için) sol topuğunun hemen yanında durması gerekir. Tekniğin ayrıca avlanan bir atlı okçunun atına saldıran aslanları vurmak için de kullanışlı olduğu belirtilmektedir. Bu açıklama, Orta Asya ve Orta Doğu’da at üzerinde yapılan sürek avları düşünüldüğünde anlaşılır olacaktır. Kompozit yaylar ve atlar, tarihteki rolleri süresince bir bütünün iki yarısı gibi olmuşlardır. Başparmak çekişi de her zaman bu sahneyi paylaşmıştır. Bunların oluşturdukları birliktelik, ateşli silahlar ortaya çıkana kadar askerî tarihi şekillendirmiştir. Atilla’nın Hunları, Cengiz Han’ın Moğolları, Osmanlı’nın sipahileri; ellerinde kompozit yaylarıyla at koşturdukları topraklarda yürekleri korku, uykuları kâbuslarla doldurmuşlardır. Osmanlı ordusu, 1790’a kadar okçu birliklerini korumuşlardır. Pâdişahın muhafızları olan Solaklar, yay ve oklarını 18. yüzyılın ilk çeyreğine kadar bırakmamışlardır. Bugün, bizler bu Türk okçuluğu mirasını, meşaleyi gelecek nesillere ulaştırabilmek umuduyla gururla yaşatıyoruz. Bu makalede gösterilen tekniklerin ehil olmayan kişiler tarafından uygulanmasında meydana gelebilecek kazalardan, yazar ve Tirendâz mesûl değildir. |